Bildiri ve Duyurular

Milliyetçi Kongre Derneği'nin 2. Büyük Kongresi'ne davetlisiniz.

Tarih: 11.09.2024

Milliyetçi Kongre Derneği'nin 2. Büyük Kongresi 13 Ekim 2024 Pazar günü Ankara Litai Otel'de 14.00-19.00 arasında yapılacaktır.

Salon büyüklüğünü ayarlamamız ve bundan sonraki faaliyetlerimizde iletişime devam edebilmemiz için lütfen formu doldurunuz.⬇️

Milliyetçi Kongre Derneği 2. Büyük Kongre Katılım Formu

Milliyetçi Kongre Derneği 2. Büyük Kongre 13 Ekim 2024

Milli Eğitimin Temel Sorunlarına Yönelik Taleplerimiz Ve Çözüm Önerilerimiz

Tarih: 11.09.2024

https://milliyetcikongre.org/mkd-egitimkomisyonu-bildiri-1

A) TEMEL EĞİTİM İLE İLGİLİ TALEPLER

  1. Bir eğitim seferberliği ilan edilmelidir. Bu seferberlik “Fırsat ve İmkân Eşitliği” esas alınarak “Herkese Nitelikli Eğitim” sağlamak amacıyla tüm öğretim kademelerinde eş zamanlı başlatılmalı ve eğitimin tüm paydaşlarıyla şeffaf bir biçimde yürütülmelidir.
  2. Eğitim ekonomisi, doğrudan öğrenciye yönelik yatırımlar merkeze alınarak yönetilmelidir. Temel eğitimde, öğrencilerin sahip oldukları yeteneklerin keşfedilmesini ve bu yeteneklerin en iyi şekilde geliştirilmesini sağlayacak tedbirler alınmalıdır.
  3. TİP projelerle okul binası yapmaktan vazgeçilmeli ve okul binaları mutlaka her öğretim kademesine göre düzenlenmelidir. Yeterli oyun ve fiziki etkinlik alanı olmayan okul kalmamalıdır.
  4. Okulların spor tesisleri, yerel yönetimlerle iş birliği içinde,dezavantajlı bölgelerden başlanarak iyileştirilmeli; futbol, voleybol ve basketbol dışındaki alanlarda da öğrencilerin gelişimlerinin sağlanacağı şekilde düzenlenmelidir.
  5. Tüm okullarda yeterince kadrolu temizlik personeli istihdam edilmelidir.
  6. Büyükşehirlerde öğrenci sayısı 300 ve üzerinde olan okullarda güvenlik görevlisi istihdam edilmelidir.
  7. Okulların tüm kırtasiye, tadilat, tamirat giderleri karşılanmalıdır.
  8. İkili öğretim kaldırılmalıdır.
  9. Sınıf mevcutları 25’ten fazla olmayacak şekilde planlamaya gidilmelidir.
  10. Her okulda en az bir psikolojik danışman bulunacak şekilde norm kadro düzenlemesi yapılmalıdır.Yine her 50 öğrenci için bir psikolojik danışman bulunması sağlanmalıdır.
  11. Resim, müzik, beden eğitimi ve bilişim alanlarında mutlaka o alanın öğretmenleri derse girecek şekilde düzenlemeye gidilmelidir. Temel eğitim bu alanların ders saatleri artacak şekilde planlanmalıdır. Bu derslerin kendilerine ait derslikleri, atölyeleri ve salonları her okulun öğrenci sayısına göre düzenlenmelidir.
  12. Zorunlu eğitim kapsamında bulunan eğitim kademelerinde özel okulculuk fırsat ve imkân eşitliğin önündeki engellerden biridir. İlkokuldan itibaren özel okullar olması var olan eşitsizliklerin giderek artmasına neden olur. Toplumsal kaynaşma için devlet okullarının niteliği üzerinde çalışılmalıdır. Bu nedenle ‘temel eğitim’ düzeyinde (1. ve 8. sınıflar arası) tüm özel okullar kademeli olarak kapatılmalıdır.
  13. Temel eğitimde mahalle ve semt okullarının sayısının artırılması ve nihayetinde öğrencilerin bu düzeydeki okullara servis kullanmadan gidebilmesini sağlayacak şekilde düzenleme yapılmalıdır.
  14. Temel eğitimde birliğin sağlanması için imam hatip ortaokulları kapatılmalıdır. Bu durum Tevhid-i Tedrisat kanununa aykırıdır.
  15. Temel eğitimden sonra zorunlu eğitim kaldırılmalıdır. Diploma devalüasyonunun önüne geçilmelidir. Temel eğitim kademesinden (8. sınıf) sonra öğrencilerin her yönden gelişimlerinin izleneceği ‘bakalorya tipi’ bitirme sınavları yapılmalıdır.Bu bitirme sınavında başarılı olamayan öğrencilere, temel eğitim kurumları içinde gerekli şartlar oluşturularak 2 yıl ek süre verilmelidir. Bu süre içinde yine başarılı olamazlarsa doğrudan mesleki eğitim merkezlerine (çıraklık eğitim) yönlendirilmelidir.
  16. Ortaöğretim kurumları akademi, meslek, spor ve sanat liseleri olarak düzenlenmelidir. Akademik liseler kendi içinde Fen lisesi, Sosyal Bilimler, Anadolu Lisesi vs. liselere ayrılmalıdır. Akademik liseler, bitirme sınavında akademik ortalamayı yakalayan öğrenciler için tasarlanmalıdır.
  17. Bitirme sınavında temel becerileri tamamlamış fakat akademik ortalamayı yakalayamayan öğrenciler akademik liseler hariç diğer tüm liseler arasından kendi ilgi ve yeteneklerine göre tercih yapabilmelidir. Bu öğrencilerin 9. ve 10. sınıflarda gösterdikleri akademik başarılara göre akademik liselere geçiş yapabilmeleri için özel koşulları sağlaması istenmelidir.
  18. Üniversiteler yalnızca akademik ortaöğretim kurumlarından öğrenci almalıdır.
  19. Tüm okul kütüphanelerinin niteliği artırılmalıdır ve kayıtları takip edilebilir olmalıdır.
  20. Okullardaki kütüphaneler çevrim içi kaynaklara erişim sağlanabilecek şekilde düzenlenmelidir. Öğrencilerin kitaplara ve dergilere çevrim içi kaynaklardan da ulaşabileceği sistemler kurulmalıdır.
  21. Nüfusu 10 binden fazla olan yerlerde yerel yönetimlerle iş birliği içinde, öğrencilerin 24 saat kullanabileceği kütüphaneler açılmalıdır.
  22. Servis ve taşımalı eğitim araçlarının denetimleri düzenli olarak trafik ekipleri tarafından yapılmalıdır.
  23. Spor, sanat, meslek liseleri ve teknik liseler de kendi içlerinde alanlara ayrılarak bu alanlarda yapacakları yetenek sınavıyla öğrenci kabul etmelidir.
  24. Yabancı dil eğitiminde dersler dörtlü dil beceresi (dinleme, okuma, yazma, konuşma) üzerine kurgulanmalıdır. Gerekli materyaller bakanlık tarafından belirli aralıklarla güncellenerek tüm öğrencilere sunulmalıdır.
  25. Yabancı dil dersleri ve Türkçe derslerinin birbirine paralel yürütüleceği müfredat düzenlemeleri yapılmalıdır.

B) YÖNETİM VE DENETİM İLE İLGİLİ TALEPLER

  1. Eğitimci olmayan bakan Yusuf TEKİN;mülakat konusundaki ısrarı, Maarif Modeli ve Öğretmenlik Mesleği Kanunu düzenlemelerinde paydaşların görüşlerini dikkate almaması, 30 yıldır ilk defa öğretmen atamalarını eylül ayına yetiştirememesi nedeniyle istifa etmeli ve yerine eğitimci bir bakan atanmalıdır.
  2. Öğretmenler kurulu toplantılarının okul yönetimindeki etkisi arttırılmalıdır.
  3. Okul aile birliği yönetmeliği yeniden ele alınmalıdır. Temel eğitimde okul için gerekli tüm ihtiyaç ve harcamalar bakanlığın bütçesinden doğrudan karşılanmalıdır. Okul yönetimi ve öğretmenler kurulu okul ekonomisinde doğrudan yetkilendirilmelidir.
  4. Milli eğitimde denetim mekanizmaları iyileştirilmelidir. İllerde her 20 öğretmene kendi branşından bir müfettiş görevlendirilmeli ve her öğretmen 2 yılda bir mutlaka müfettişlerle bir araya gelmelidir.
  5. Eğitimin tüm paydaşlarının karara katılımlarının sağlanacağı, veriye ve felsefi temellendirmeye dayalı bir reform hareketi başlatılmalıdır. Bu reform hareketi ani değişikliklerden uzak, bilimsel bir anlayışla gerçekleşmelidir. Reform hareketiyle yeni projeler, yeni yönetmelikler, yeni programlar getirmek yerine hali hazırda yürütülmekte olanların etkisi üzerinde çalışmak için denetim komisyonları kurulmalıdır. Etki analizleri yayımlanmalıdır. Hiçbir proje gerekçelendirilmeden kaldırılmamalıdır.
  6. Eğitimde denetim mekanizması;öğrenme ortamlarını iyileştirecek biçimde, eğitimin niteliğine artırmaya yönelik olmalıdır.
  7. Okul yöneticileri liyakat ilkesine göre seçilmelidir.Bu işi bilimsel metotlarla yürütecek,eğitim yönetimi alanında uzman öğretmenlere öncelik tanınmalıdır.
  8. Okul yöneticileri okulun sosyal, kültürel, sportif ve akademik başarıları konusunda hesap verebilmelidir.
  9. İlçelerde ‘Ölçme Değerlendirme Birimleri’ oluşturulmalıdır. Bu birimlerde ölçme değerlendirme uzmanları görev almalıdır.

C) ÖĞRETMENLİK MESLEĞİ İLE İLGİLİ TALEPLER

  1. Öğretmenlik mesleği, mesleki gelişim imkanları bakımından ülkemizdeki en iyi meslek grubu olacak şekilde düzenlemeye gidilmelidir. Her öğretmenin mutlaka düzenli aralıklarla öğretim yöntem ve teknikleri, ölçme değerlendirme, program geliştirme, rehberlik, gelişim ve öğrenme psikolojisi gibi alanlarda eğitim alabileceği bir mesleki gelişim sistemine geçilmelidir. Bunun yanında öğretmenler, her öğretim yılının başında yine kendi alanıyla ilgili son gelişmeleri takip edebileceği eğitimleri almak zorunda olmalıdır. Eğitim fakülteleri ve eğitim enstitüleri ile yüz yüze ve online eğitimler için iş birliği yapılmalıdır. Öğretmen yetiştirmede tek kaynak olan bu yükseköğretim kurumlarının öğretmenlerle olan ilişkileri sürekli hale getirilmelidir.Ayrıca her öğretmenin ilgi ve yeteneklerine göre, istediği alanlarda eğitim alması için fırsat ve imkân sunulmalıdır. Yeni meslek kanunuyla kurulması planlanan “Öğretmen Akademileri” bu alanda hizmet verecek şekilde planlanmalıdır.
  2. Öğretmen atama takvimi her yıl haziran ayında açıklanmalı ve atamalar ağustos ayında yapılmalıdır. Bu atamalarda mülakat kaldırılmalıdır. Ataması yapılmayan öğretmenler, atama takvimi için bakan ya da cumhurbaşkanının açıklamalarını takip etmek zorunda kalmamalıdır.
  3. Eğitim fakültesi mezunları öğretmendir. Diğer fakülte mezunlarının pedagojik formasyon alarak öğretmen olmasının önüne geçilmelidir. Öğretmen yetiştirmede tek yetkili kurum eğitim fakülteleri olmalıdır.
  4. Eğitim fakültelerinin kontenjanları, özel ve kamu kurumlarının öğretmen ihtiyacına göre planlı olarak azaltılmalıdır. Ayrıca üniversiteye giriş sınavında öğretmenlik için ilk 300 bin barajı yerine 100 bin barajı getirilmelidir. Önümüzdeki 25 yılda atama bekleyen öğretmen kalmayacak şekilde bir planlama yapılmalıdır.
  5. Sayıları yakında 1 milyonu bulacak atama bekleyen öğretmenler için bir istihdam planı yapılmalıdır. Bu istihdam planı için danışma kurulu kurulmalıdır.
  6. Ücretli ve sözleşmeli öğretmenlik uygulaması tamamen kaldırılmalıdır.
  7. Öğretmenler, hiçbir eğitim kurumunda kamuda göreve yeni başlayan öğretmen maaşından daha az maaşla çalıştırılmamalıdır.
  8. Milli Eğitim Şûralarından önce İl Milli Eğitim Şûraları yapılmalıdır. Bu şûralar,tüm süreçlere öğretmenlerin dahil olabileceği şekilde düzenlenmelidir.
  9. Öğretmenlik Meslek Kanunu için tüm paydaşların katkı sunabileceği geniş katılımlı bir eğitim şûrası düzenlenmelidir. Şûra takvimi en az 1 yıl önceden duyurulmalı ve tüm paydaşlar gerekli çalışmaları bu süre içinde tamamlamalıdır. Kanun, eğitim camiası ve eğitim hukukçularıyla birlikte şeffaf bir süreç yürütülerek hazırlanmalıdır.

Milliyetçi Kongre Derneği Eğitim Komisyonu

Sportif Başarı/sızlık ve Olimpiyat Oyunları Hakkında

Tarih: 15.08.2024

Fransa’da 24 Temmuz – 11 Ağustos 2024 tarihleri arasında gerçekleştirilen 2024 Yaz Olimpiyatları’na, 32 branş ve 48 dalda yarışmak üzere 204 ülkeden 10.714 sporcu, ülkemizden ise 18 branşta yarışmak üzere 101 Türk sporcu katılmış olup 3 gümüş ve 5 bronz madalya ile hiç altın alamadan toplamda 8 madalya ile tamamlamış olduk. Öncelikle atıcılıkta gümüş madalya kazanan Şevval İlayda Tarhan’a ve Yusuf Dikeç’e; boksta gümüş madalya kazanan Hatice Akbaş’a ve Buse Naz Çakıroğlu’na; okçulukta bronz madalya kazanan Mete Gazoz’a, Ulaş Berkim Tümer’e ve Abdullah Yıldırmış’a; güreşte bronz madalya kazanan Buse Tosun Çavuşoğlu’na; boksta bronz madalya kazanan Esra Yıldız Kahraman’a; güreşte bronz madalya kazanan Taha Akgül’e ve son olarak tekvandoda bronz madalya kazanan Nafia Kuş’a Türk Milleti’ne yaşattıkları kıvanç nedeniyle teşekkür ederiz.

1984 Olimpiyatlarından beri ilk kez olimpiyatları altın madalya almadan tamamlamış olduk. Olimpiyatlarda toplamda 987 madalya dağıtılırken ancak 8 madalya sahibi olabildik. 85 milyon kişi 8 madalya alabildi, yani yaklaşık 10 milyon kişi 1 madalya. Bu başarısızlığın birincil sorumlusu 22 senedir bilfiil ülkemizi idare etmekte olan Akepe hükûmeti ve onun halihazırdaki gençlik ve spordan sorumlu bakanı, makine mühendisi Osman Aşkın BAK’tır. Verilen pozlardan ziyade bu başarısızlığa, diğer ülkelerin spora genel bakışına ve başarısızlığı nasıl başarıya dönüştürebiliriz, şimdi bunlara odaklanalım.

Her ülkenin kendine özgü yaklaşımları, sporcuların uluslararası başarılarına önemli katkılarda bulunur. Amerika, Çin, Avustralya, Japonya ve Fransa'nın daha seçici sporcu yetiştirme süreçleri, her ülkenin spor politikalarının ve devlet yatırımlarının bir yansımasıdır. Amerika'nın üniversite sporları sistemi, Çin'in merkeziyetçi yaklaşımı, Avustralya'nın bilimsel destekle beraber özel sektör iş birliği, Japonya'nın kültürle bütünleşmiş yaklaşımı ve Fransa'nın yenilikçi politikaları, bu beş ülkenin sporcu yetiştirme stratejilerini farklı kılmaktadır. Bu stratejiler, uluslararası spor arenasındaki başarıların arkasındaki temel faktörleri oluşturur ve diğer ülkeler için örnek teşkil eder. Gelin sporu ve sporcu gelişimini etkileyen başlıca etmenler neler göz atalım, göz atalım ki nerede hata yapıyoruz birlikte tespit edip çözmeye çalışalım.

Altyapı ve Ekipman

Pek çok üst düzeydeki sporcumuzun karşılaştığı başlıca sorun; antrenman tesisleri donanımındaki ve ekipmanlarındaki yetersizlik. Son yıllarda büyük spor tesislerinin inşası, sporun teşvik edilmesi açısından önemli bir adım olarak görülmüştür. Ancak bu tesislerin sporcuların gelişimine yeterli katkı sağladığı söylenemez. Birçok sporcu, bu tesislerin kaliteli olmasına rağmen antrenman süreçlerinde ve yarışma koşullarında yetersiz destek gördüklerini belirtmiştir. Ayrıca, spor altyapısının yönetimindeki sorunlar, bu tesislerin etkin kullanımını sınırlamaktadır. Spor tesisleri meydana getirilirken yapılacak spora münhasır olarak tesislerin özelleştirilmesi ve imkanların buna göre sağlanması mühimdir, oysa tam anlamıyla özelleşmiş, yeterli sayıda tesis ülke genelinde mevcut değildir. Altyapı ve ekipman eksiklikleri, sporcuların uluslararası düzeyde rekabet edebilirliklerini doğrudan etkiler. En yakın zamandaki örneği hatırlayın, milli sporcumuz Yusuf Dikeç ekipmanında yaşadığı sorunu kişisel bağlantıları sayesinde çözemese 2024 Yaz Olimpiyatları’na katılamayacak ve gümüş madalya kazanamayacaktı.

Finansman ve Sponsorluk

Devletin, sporun en büyük, hatta çoğu branşta tek sponsoru olması ve parti devleti tarafından spora ayrılan kaynağın genellikle büyük projelere ve medya odaklı tanıtımlara yönlendirilmesi; ayrıca parti devletinin, sporu kendi kadrolarına makam ve imkan ihdas etme yeri olarak görmesi sebebiyle hak eden sporcular maddi imkan bulamazken sadece Akepe taraftarlarının devlet imkanlarından faydalanması bir diğer sorunumuzdur. Kaynak sağlayabilecek zenginlerin sporculara hamilik yapmaması, yani sporu ve sporcuyu desteksiz bırakmaları, sporcuların antrenman ve yarışma giderlerini karşılamakta zorluk yaşamasına neden olmaktadır. Bunlar, spor branşlarına yönelik desteklerin dengesiz dağılmasına neden olmuş ve bazı branşlar yeterli finansal destekten mahrum kalmıştır. Devlet kaynağı, spor müsabakalarında öne çıkabilecek sporcuların yetiştirilmesi yerine parti taraftarlarına aktarılmıştır.

Eğitim

Akepenin spora ayırdığı kaynağın esas olarak propaganda amaçlı medyaya gittiğini yukarıda belirtmiştik, o yüzden gerçek başarı sınırlı olsa dahi, yani aslında bir başarısızlık olsa dahi, bu sınırlılık göz ardı edilerek sporda başarı yakalandığı şeklinde medyada yansıtılmaktadır. Ancak 2024 Yaz Olimpiyatları bir defa daha apaçık şekilde göstermiştir ki; sporcu eğitim kalitesi ve süreklilik gibi önemli faktörlerde eksiklikler vardır. Ülkemizdeki spor okulları ve eğitim programları, uluslararası standartlara göre sporcu eğitmekten uzak kalmış ve bu da sporcuların uluslararası alandaki rekabet gücünü zayıflatmıştır. Çoğu zaman sporcular, okul eğitimleri ile sporcu eğitimlerinin çakışması sonucu antrenman süreçlerinde yeterli ve düzenli eğitimden yoksun kalmaktadır. Bu eksiklikler, uluslararası arenada başarılı sonuçlar elde etmeyi zorlaştırmaktadır.

Sporcu Sağlığı ve Sakatlıklar

Sporcular ekseriyetle psikolojik rehberlikten mahrum kalmaktadır. Bilhassa sakatlıkların tedavi sürecinde ve spora geri dönüş sürecinde psikolojik rehberlik gerekmektedir, oysa sporcuların geri dönüş planlamaları ekseriyetle profesyonel olmayan şartlarda takip edilmektedir. Bu durum, sporcuların stresle başa çıkma yeteneklerini etkiler ve zihin sağlıklarının bozulmasına neden olur, en nihayetinde performanslarında ciddi düşüşlere yol açar ve sporcular açısından olumsuz senaryolarla son bulur.

Öneriler

Medyanın spor politikaları üzerindeki etkisi, genellikle olumlu projelerin öne çıkarılmasıyla sınırlı kalmıştır. Bu durum, mevcut sorunların ve eksikliklerin kamuoyundan gizlenmesine neden olmuştur. Medyada geniş çapta yer bulan projelerin gerçek etkileri yeterince ele alınmamış ve bu da spor politikalarının gerçek etkilerini değerlendirmeyi zorlaştırmıştır.

Türkiye'nin 2024 Yaz Olimpiyatları’ndaki başarısızlığının arkasında, Akepe hükûmetinin spor politikalarının uygulama şekli önemli bir rol oynamıştır. Gençlik ve Spor Bakanlığı ve spor federasyonları Akepenin çiftliği haline getirilmiştir. Altyapı yatırımları, finansman, sporcu eğitimi ve medya ilişkileri gibi alanlarda yaşanan sorunlar, olimpiyatlardaki performansı doğrudan etkilemiştir. Bu bağlamda Türkiye Cumhuriyeti’nin hak ettiği yere yükselmesi için önerilerimiz sırasıyla şunlardır:

  • Makine mühendisi Osman Aşkın Bak’ın derhal istifa etmesi ve yerine genç ve sporun içinden gelen birisinin getirilmesi.
  • 2024 Yaz Olimpiyatları’na hiçbir sporcu ile katılım göstermediğimiz ve madalya alamadığımız spor dallarına ait federasyonların yönetimlerinin istifa etmesi ve tekrar aday olmaması.
  • Mevcut federasyon yönetimlerinin ve de Gençlik ve Spor Bakanlığı teşkilatlarının yeni baştan şekillendirilmesi, sorumlulukların imamlar yerine direkt sporculara teslim edilmesi.
  • Gençlik ve Spor Bakanlığı ve spor federasyonlarındaki insan kayırmalardan, ehliyetsiz atamalardan vazgeçilmesi. Sportif başarı yerine ticari kaygıyla hareket eden insanların görevden uzaklaştırılması ve liyakate geri dönülerek sporun içinden gelen insanların görevlendirilmesi.
  • Spor il müdürleri ve diğer memurların görev yerlerindeki etkinliklere, yarışmalara katılmadıkları halde mesai yazarak yevmiye almasının ve görevlerini suistimal etmelerinin önüne geçilerek, ilgili denetimlerin yapılması ve bu konudaki kulüplerin ve sporcuların şikayetlerinin dikkate alınması ve gerektiği takdirde cezai yaptırımlar uygulanması.
  • Devlet tarafından spora ayrılan kaynağın federasyon ve kulüp yetkilileri tarafından suistimal edilmesinin önlenmesi, bu amaçla federasyonların, kulüplerin ve dahası bütün spor paydaşlarının mali müfettişler tarafından düzenli takibinin yapılarak gerekli cezai yaptırımların sağlanması.
  • Federasyon bütçelerine bir standart getirilmesi ve bütçe kullanımında mali özerklik sağlanarak parti devletinin müdahalesinin önüne geçilmesi.
  • Sporcuların oynadıkları maç başı aldıkları ücretin ve antrenörlerle oyuncuların hesapları arasındaki para akışının takip edilmesi.
  • Sporcu, antrenör, kulüp ve federasyon yetkililerinin bahis oyunlarına dahlinin engellenmesi ve müdahil olanların spordan ömür boyu menedilerek ilave cezai müeyyidelerin uygulanması.
  • Parti devletinin spora politik amaçlarla müdahalesini önlemek için devlet delegelerinin sayıyla değil, oranlarla belirlenmesi ve dolayısıyla küçük federasyonlardaki siyasete bağlılığın azaltılması. Böylece PTT Genel Müdürü gibi sporla alakasız insanların Türkiye Tenis Federasyonu’nun başına geçmesi gibi hadiselerin önün geçilmesi.
  • Spor branşlarının ülke genelinde yaygınlaştırılması, halk tarafından amatör düzeyde yapılan sporların profesyonel hale getirilmesi için personel istihdamı ve ilgi duyulan yerlerde gerekli teşviklerin sağlanmasıyla ülkemize yeni sporcuların kazandırılması.
  • Toplumsal ölçekte daha seçici sporcu yetiştirmek için uygun bir tarama yetiştirme programının uygulanması.
  • Belediyelerin maddi ve teknik destek sağlamayı takım sporlarından ziyade bireysel sporlarda üstlenmesi.
  • Motosiklet sporları gibi sporların İstanbul, Ankara ve İzmir özelinde, sadece belli bir kesimin hizmetinden çıkartılması ve Anadolu’da yaygınlaştırılması, bunun için de desteklerin kişiye, kulübe veya etkinliğe özel olmaktan çıkartılarak aktif sporcu sayısı gibi kriterlere bağlı olarak düzenlenmesi.
  • Üç tarafı denizle çevrili ülkemizde su sporlarına gerekli desteğin sağlanması.
  • Coğrafi şartlara bağlı olarak konuma uygun spor tesislerinin devlet tarafından teşvik edilmesi, gerekirse devlet eliyle yapılması.
  • Türkiye'nin spor politikalarının ivedilikle yeniden gözden geçirilmesi, her yerde olması gerektiği gibi sporda da en başta hukukun üstünlüğünün sağlanması ve sporun uluslararası standartlara uygun hale getirilmesi.

Önerilerimiz işini nasıl yürüteceğini bilmeyenler, hatalarından ders çıkarmak isteyenler için bir fırsattır. Gelecekteki müsabakalarda istisnalar hariç benzer sonuçlarla karşılaşmak istemiyorsak önerilerimizin hayata geçirilmesi kritik önem taşımaktadır. Türk halkı huzurunda herkesi vazifesini yerine getirmeye davet ediyoruz.

Milliyetçi Kongre Derneği

Türk Işını ve Kobay(!) İnsanlar

Tarih: 16.07.2024

Sağlığını korumak ya da tedavi olmak için hekime başvuran insan merak ve endişe taşır. Tıp dili karmaşık ve teknik bir dildir. Hekim bunu sosyal ve empatik bir dile çevirerek hastaya anlatır. Her şey yolunda gitse ve iyi bir iletişim kurulsa dahi hekiminin yanından tüm sorularına cevap alarak ayrılabilen yok gibidir. Bu, işin doğası gereğidir: Süre sonsuz değildir, endişe söyleneni anlamayı zorlaştırır. En çok merak edilenler hastalıkların sebepleri ile tedavinin mümkün olup olmadığıdır. Genelde işler ters gittiğinde gündeme gelen bir soru daha vardır: Üzerimde deney mi yapılıyor?

Tıp bir bilimdir ve uygulamadaki bilgiler bilimsel yöntemle elde edilir. Bilimsel çalışmaların sınıflandırması ayrıntılı olsa da temelde iki türlüdür: Gözlem ve deney. Bugün standart tedavi haline gelmiş pek çok ilaç ve yöntem bir dönemin hayali, bir zamanın deneyiydi. Dahası, bugün size uygulanacak standart bir tedavi de bir deneyin parçası olabilir. Bu gerçek sizi korkutmamalıdır: Deneysel tedaviler yüklü bir teorik ve pratik altyapının üzerine inşa edilir. Hiç kimse bir sabah uyanıp “Aklıma şöyle bir tedavi geldi…” diyerek sizin üstünüzde uygulayamaz.

İnsanlar üzerinde yapılacak tıbbî araştırmaların kuralları, Dünya Tıp Birliği tarafından kabul edilen ve tüm hekimleri yasal olarak bağlayan Helsinki Bildirgesi ile belirlenir(1). Bu bildirgeye göre bireyin kendi sağlığı ve tedavisi, saygınlığı, mahremiyeti daima bilimsel araştırmanın önündedir. Kimse önceden bilgilendirilmeden bir deneye dahil edilemez. Yeni geliştirilmiş tedaviler sadece mevcut tedavilerin yetersiz kaldığı durumlarda denenebilir. Dezavantajlı gruplar (ör. Engelliler, yaşlılar) ancak bu grubun sağlığını ilgilendiren alanlarda deneye dahil edilebilir.

Covid-19 salgını, tüm belirsizliği ve öldürücülüğüyle hayatımıza bir korku unsuru olarak yerleşmişti. Viral solunum yolu enfeksiyonlarındaki standart yaklaşımların etkisizliği görüldü. Sadece yaşlı veya bağışıklığı baskılanmış hastaları değil, ek hastalığı olmayan genç insanları da öldürdü veya uzun süreli organ fonksiyon kayıplarına yol açtı. Bu sırada kinin gibi arkaik ilaçlar ve fonksiyonel tıp gibi şarlatanlıklar dahil pek çok yönteme umut bağlandı. 2020 yılının ortalarında Diyarbakır Dicle Üniversitesi’nde, başka yöntemlerle tedavi edilemeyen bir Covid-19 hastasının “Türk Işını” adı verilen bir tedavi ile sağlığına kavuştuğu haberlerde yer aldı(2). Dört yıldan fazla bir süre sonra aynı üniversitede görevli başka bir hekim haberi “Kürtler kobay olarak kullanıldı” şeklinde gündeme getirdi(3).

Bu olayın iki yüzünü ele alacağız. Birincisi daha basit olan: Kürtlerin üzerinde deney yapılması iddiası. Bahsi geçen tedavinin uygulandığı hasta haber videosunda görülmekte ve tedavi hakkında bilgilendirildiği anlaşılmaktadır. Diyarbakır’da ya da Türkiye’de yaşayan her Türk gibi devlet kurumlarında tedavi olma hakkını kullanmış, modern bilimsel ve teknolojik gelişmelerden mahrum bırakılmamıştır. Deneysel tedaviye dahil edilme sebebi etnik kökeni değil hasta olması ve başka yöntemlerle tedavi olamamasıdır.

Daha çetrefilli ve anlaşılmayan kısım Türk Işını tedavisidir. Ultraviyole ışınlarının mikropları etkisiz hale getirmesi esasına dayandığı söylenen bu tedavi derneğimizde görevli hekim ve sağlıkçılar tarafından anlaşılamamıştır. Anadolu Ajansı’nın haberinde bu tedaviyle ilgili ABD’deki Cleveland Clinic’ten davet alındığı(4) belirtilirken Google Akademik ve Pubmed’de yapılan aramalar sonuçsuz kalıyor(5-8). Yine Anadolu Ajansı’nın bir başka haberinde(9) RD Global Invamed tarafından geliştirilen bir cihazdan bahsedilirken firmanın sitesindeki ürünler listesinde böyle bir cihazın adı geçmemektedir(10). Türkiye İlaç ve Tıbbî Cihaz Kurumu’nun 2020 yılına ait haber ve duyurularında da bu cihaza ait bilgiye rastlanmıyor (11, 12). Kasım 2020’de gönderilen ve Haziran 2021’de yayına kabul edilen bir orijinal araştırma makalesinde akciğer ve damar içi ultraviole ışını ile tedavisinin denendiği görülüyor (13). Bu deneyde kullanılan cihaz RD Global tarafından üretilmiş, ancak adı “Türk Işını” değil “Voltran”.

Üst üste binmiş iki yanlışın olduğu bu süreci şöyle özetleyebiliriz: Henüz deney aşamasındaki bir tedavi metodunun, sahte bir isim altında, kesin tedavi vaadiyle reklamının yapılması. Aradan zaman geçtikten sonra mağduriyet hikâyelerinden beslenen bölücü bir grup tarafından kullanılması. Bunların yanında, Akepe hükümetinin temel alışkanlığı olarak bir yandaşın ürettiği ya da ithal ettiği cihazın devlet tarafından ihaleyle satın alınmasının yolunun açılması için kurulmuş bir mizansen olabileceği de akıldan çıkmamalı.

Türk milliyetçileri olarak; görev ve yetkisini şahsi emelleri için kullananlara karşı da, milletimize düşmanlığını göstermek için fırsat kollayanlara karşı da gözümüz daima açık olmalı. Bu anlayışla, sağlık kurumlarının itibarının korunması ve bölücü seslerin susturulması için hem Dicle Üniversitesi hem de Sağlık Bakanlığı’ndan konuyla ilgili açıklama talebindeyiz.

Milliyetçi Kongre Derneği Sağlık Komisyonu

Kaynakça

  1. https://www.wma.net/policies-post/wma-declaration-of-helsinki-ethical-principles-for-medical-research-involving-human-subjects/
  2. https://youtu.be/nSTSI-G-BVg?si=NivHA774C_WWvbii
  3. https://x.com/CenapDoc/status/1810084134351503360
  4. https://www.aa.com.tr/tr/koronavirus/kovid-19-hastasina-turk-isin-tedavisi-yontemi-uygulandi/1891410
  5. https://scholar.google.com/scholar?hl=en&as_sdt=0%2C5&q=turkish+beam&btnG=
  6. https://pubmed.ncbi.nlm.nih.gov/?term=turkish%20beam
  7. https://scholar.google.com/scholar?as_ylo=2020&q=hikmet+sel%C3%A7uk+gedik&hl=en&as_sdt=0,5
  8. https://scholar.google.com/scholar?hl=en&as_sdt=0%2C5&q=t%C3%BCrk+%C4%B1%C5%9F%C4%B1n%C4%B1&btnG=
  9. https://www.trt.net.tr/portuguese/ciencia-e-tecnologia/2020/05/18/terapia-de-raios-laser-para-o-covid-19-desenvolvida-na-turquia-sera-testada-nos-eua-1419212
  10. https://invamed.com/allproducts
  11. https://titck.gov.tr/duyuru
  12. https://titck.gov.tr/haber
  13. https://www.jceionline.org/download/pilot-study-of-application-of-combined-transbronchial-and-intravenous-ultraviolet-c-uvc-and-laser-10811.pdf

Tüm linklerin erişim tarihi 12 Temmuz 2024’tür.

Türkiye'deki Sahipsiz Köpekler, Ortaya Çıkan Riskler ve Çözüm Yolları: Sahipsiz Köpekler ve Köpek Kaynaklı Hastalıklar

Tarih: 05.07.2024

Köpek; binlerce yıldır insanla birlikte yaşayan, kimi zaman insanı koruyan kimi zaman kümes hayvanlarının bekçiliğini yapan, çoğu zaman insana yoldaşlık eden, pek çoğumuzun sevdiği nadir bir türdür. Ancak ne kadar sevsek de bazen ortaya ciddi problemler çıkıyor. Bu yazıda bu problemlere ve çözümlerine, bilgim ve tecrübem dahilinde değinmeye çalışacağım.

Türkiye’de tam olarak kaç adet sahipsiz köpek olduğu bilinmemektedir. Ancak Veteriner Hekimler Derneği’nin 2023 yılında yayımlamış olduğu rapora göre (Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ)’nün hesaplama yöntemine dayanarak hesaplanan veri ile) ülkemizde 6,5 milyon sahipsiz köpek olduğu tahmin edilmektedir. Bazı kaynaklara göre ise bu sayının 14 milyondan fazla olabileceği iddia edilmektedir.

İlk olarak köpekleri biraz tanımak ve onları anlamak gerekmektedir. Köpekler, pek çok araştırmacının ortak fikrine göre Asya Kurdu’nun ( Canis lupus pallipes) soyundan gelmektedir. Bu sebeple atalarından kalan sürü oluşturma içgüdüsü ile hareket eder. Bu içgüdü ile; sahipsiz köpekler kendi aralarında bir sürü oluşturur, sahipli köpekler ise yaşadığı evdeki insanlar ile sürü (aile) oluşturmuş olur. Köpekler çevreyi ve çevrede olan olayları bizim gibi algılayamaz. Köpekler için her köpek ve insan potansiyel bir sürü arkadaşı ya da bir düşmandır.

Sorunu çözmek için ilk etapta sorunun kaynağını iyi tespit etmek gerekli. Son on senede sahipsiz köpek sayısı katlanarak artmış vaziyette. Sahipsiz köpek sayısının bu denli artmasının ise pek çok sebebi var. En önemli sebepleri; kısırlaştırma protokollerinin uygulanmaması yahut eksik uygulanması, kontrolsüz üreme (üretme), kontrolsüz besleme, evde bakılan köpeklerin sokağa (ormana) salınması.

Sahipsiz köpek sayısındaki artış hem hayvanların sağlığını ve refahını hem de insanların psikolojik ve fizyolojik sağlığını ciddi şekilde tehdit etmeye başladı. Son dönemde sosyal medyada ve ulusal medyada sıklıkla karşılaşmaya başladığımız “sokak köpeği saldırıları” toplumda infial yaratıyor.

Öncelikle sahipsiz hayvan sayısının artmasının hayvanlar için yarattığı sorunları ele alalım. Sahipsiz köpeklerin sayısının artması sürüleşme hızını ve sürü büyüklüğünü de ciddi miktarda artırıyor. Halihazırda kısıtlı olan besine ulaşmanın her geçen gün daha da zor hale gelmesi sebebiyle, hem sürü içerisinde kavgaların şiddeti ve sayısı artmaktadır hem de köpeklerin kendi alanlarına giren diğer köpeklere karşı saldırganlıkları “uyarı” seviyesinde kalmayarak çok ciddi yaralamalarla, hatta ölümle sonuçlanmaya başlamıştır. Bu sorunların yanı sıra, kırsal alanda ve ormanlık alanlarda artan sahipsiz köpek nüfusu yaban hayatını da ciddi şekilde tahrif etmeye başlamıştır. Başta endemik türler olmak üzere yaban hayvanlarının yaşamları ve yaşam alanları tehdit altındadır. Örneğin ODTÜ Ormanı: Bir zamanlar bu ormanda tilkiler ve tavşanlar bile yaşarken sahipsiz köpek nüfusundaki hızlı ve kontrolsüz artış bu ormandaki yaban hayatına dair geride pek bir şey bırakmamıştır.

Şimdi de gelelim sahipsiz köpeklerin insanlar açısından oluşturduğu tehditlere. Bu tehditlerin başında pek tabii saldırılar var. Bazı kesimler “Hayvanlar durduk yere mi saldırıyor? Bize neden saldırmıyorlar? İnsanlar köpeklere zarar vermese köpekler de saldırmak zorunda kalmazlar.” gibi argümanlar ortaya koyuyorlar. Haklılık payları olmakla birlikte unuttukları bir detay var; o da köpeklerde (ve diğer hayvanlarda) bizdeki gibi bir bilinç olmadığı. Başta da belirttiğim üzere köpekler, insanları sürü arkadaşı yahut düşman olarak sınıflandırılıyor ya da bazı durumlarda yok sayıyorlar. Bu saldırılar sonucunda son dönemde çok fazla ailenin canı yanmış durumda. Basit ısırılmalar dışında çocuk ve yaşlıların yaşadığı köpek saldırıları sonucunda hayat kaybı yaşanan olay sayısı da bir hayli fazla.

Bu saldırıların halihazırda fazlasıyla ciddi olsa da işin fiziksel, psikolojik yaralanmalar haricinde bir de bulaşıcı hastalık boyutu var. Özellikle köpeklerden insanlara bulaşabilecek önemli ve hayati risk içerebilen hastalıkları anlatmaya çalışacağım.

Köpek kaynaklı bulaşıcı hastalıkların başında herkesin bildiği gibi ölümcül kuduz hastalığı geliyor. Kuduz, viral bir hastalıktır ve neredeyse insanlık tarihi boyunca kurtulamadığımız ender hastalıklardan bir tanesidir. DSÖ verilerine göre her yıl 60 bine yakın insan kuduz sebebiyle hayatını yitirmektedir. Bulaşma ise genel olarak hasta bir hayvan tarafından ısırılma veya açık yaraya hasta hayvanın salyasının teması ile gerçekleşir. Isırılan bölgenin beyne olan uzaklığı ve sinir dokusunca zengin bir bölge olup olmamasına göre hastalığın nörolojik semptomlarının görülmeye başlama süresi farklılık gösterir. İnsanlarda görülen kuduz hastalığının kaynağı %99 oranında sahipsiz sokak hayvanlarıdır (bkz. Türkiye Zoonotik Hastalıklar Eylem Planı 2019-2023). Ülkemizdeki görülen kuduz vaka sayıları; 2019’da 494, 2020’de 267 , 2021’de 153, 2022’de 277, 2023’te ise 91 olarak rapor edilmiştir. Yine bu beş yıllık süreç içerisinde Türkiye’de 12 ilimizde karantina uygulaması yapılmıştır.  Bu şekilde bir yaralanma yaşandığı takdirde hızlı bir şekilde yaralanan bölgenin bol su ve sabun ile yıkanması, alkol veya iyot çözeltisi (batikon) ile temizlenmesi gerekmektedir. Sonrasında ise en yakın sağlık kuruluşuna gidilerek tıbbi destek alınması gerekmektedir. Vaktinde kuduz aşılarını yaptırmak en önemli mücadeledir.

Bir diğer tehlikeli bulaşıcı ve ölümcül hastalık ise “ kist hidatik”tir. Bu hastalığın ilk defa tanımlanması “içi sıvı dolu keseler” şeklinde 2500 yıl önce Hipokrat tarafından yapılmıştır. Echinococcus granulosus adı verilen bir iç parazitin yumurtalarının sebep olduğu bir hastalıktır. Echinococcus granulosus’un yaşam döngüsü içerisindeki son konakları et yiyen hayvanlardır (köpek, tilki, kurt gibi). İnsana bulaşması ise bu parazit ile enfekte hayvanların dışkıları ile direkt temas ya da bu dışkılarla kirlenmiş gıdaların tüketimi sonucunda olur. Dışkıda bulunan parazit yumurtası insan tarafından ağız yolu ile alındıktan sonra başta karaciğer ve akciğer olmak üzere vücuttaki bütün organlarda kist oluşturabilmektedir ve zamanında tedavi sağlanmazsa ölümcül olabilmektedir. Tedavisi çoğunlukla cerrahidir. Operasyon sırasında hastada mevcut olan bütün kistlerin temizlenmesi gerekir ve kistin dış zarı yırtılmadan vücuttan uzaklaştırılması elzemdir. Hastalık süresi boyunca kistin dış zarında meydana gelebilecek herhangi bir yırtılma hastanın hayati tehlike arz eden bir anafilaktik şoka girmesine sebep olabilir.

Çözüm Önerileri

Bir veteriner hekim olarak fakülteden mezun olduğum gün ettiğim yeminin gerekliliği ile bir çözüm yolu sunmaya çalışacağım. Yukarıda uzun uzadıya riskleri anlattım. Duygularımı bir kenara bırakarak bu riskleri nasıl ortadan kaldırabiliriz , onu sizlere anlatmaya çalışacağım.

En başta kabul etmek gerekir ki bu sorun insan eliyle ortaya çıkarılmıştır ve ne yazık ki yine insan eliyle sona erdirilmek zorundadır. Tarım ve Orman Bakanlığı, İl ve İlçe Tarım ve Orman Müdürlükleri, Veteriner Fakülteleri, Veteriner Hekimler Odaları, Veteriner Hekimler Derneği, belediyeler ve özel veteriner klinikleri bir arada çalışmalı.

Önceliğimizin halk sağlığı olduğunu kabul ederek, bu sorunu pek çok otorite tarafından dikkate alınan 15 Ekim 1978’de Paristeki Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü (UNESCO) merkezinde LFDA ( La Fondation Droit Animal ethique & sciences) tarafından 8 madde olarak ilan edilen Hayvan Hakları Evrensel Beyannamesi’ni göz önünde bulundurarak, ortadan kaldırmamız gerekli. Son dönemlerde ne yazık ki kontrolsüz bir çoğalma var. Öncelikli olarak ülkemizdeki sahipsiz hayvan sayısının ve bölgelere göre popülasyon yoğunluklarının tespitleri yapılmalıdır. Yukarıda da bahsettiğim karantina uygulaması uygulanan illerimizden başlayarak sahipsiz köpeklerin sağlık taramaları yapılarak başta kuduz olmak üzere halk sağlığını ve diğer canlıların sağlıklarını tehdit edecek hastalıklara sahip hayvanların karantina merkezlerinde toplanması gerekmektedir. Hayvan refahını gözeterek hastalığın ilerleme durumuna göre bakımları devam ettirilmeli, refah kaybı yaşayacak kadar hasta olan köpekler ve tedavi edilmesi mümkün olmayan diğer köpekler uyutulmalıdır. Saldırgan hayvanlar belediyelerin kontrolünde olan barınaklarda izole edilmelidirler. Sağlıklı olduğu düşünülen hayvanların ise başta dişiler olmak üzere hızlı bir şekilde toplanarak, gerekli aşılamaları ve kısırlaştırılmaları yapılmalı, ardından çip takılarak takiplerinin sürdürülmesi gerekmektedir. Bu eylem planı süresi boyunca gerek belediyelerce gerekse sivil toplum kuruluşları tarafınca toplanan hayvanların yurt içi veya yurt dışı sahiplendirilmesi için duyurular ve teşvik edici kampanyalar yapılmalıdır. Bütün sahipsiz köpekler kısırlaştırılıncaya dek köpeklerin toplatılmasına devam edilmelidir. Kısırlaştırmanın akabinde 30 gün içinde sahiplendirilemeyen hayvanlar, veteriner hekimlerin görüşü alındıktan sonra popülasyon yoğunluğu insanlar için tehdit oluşturmayacak ve hayvanların refahlarını etkilemeyecek şekilde uygun alanlara salınmalıdır.

Bu eylem planı, şu anda sokaklarımızda mevcut olan sahipsiz köpekler için hazırlanmıştır. Bunun yanı sıra, köpek üretimi yapan kişi ve çiftlikler sıkı ve düzenli denetime tabi tutulmalıdır. Ayrıca henüz çip işlemleri tamamlanmamış sahipli hayvanların çipleri hızlı bir şekilde takılmalı ve bakanlık kayıtlarına geçmeleri sağlanmalıdır. Sahipli hayvanların herhangi bir sebepten sokağa salınmaları durumunda ise sokağa salan kişiye caydırıcı cezai işlem uygulamaları yapılmalıdır. Maddi veya çeşitli sorunlar dolayısıyla bakımını üstlendiği hayvanın bakımına devam edemeyecek kişilerin ise bu hayvanları öncelikli olarak STK’lar aracılığı ile sahiplendirmeye çalışması yahut barınağa bırakması sağlanmalıdır.

Milliyetçi Kongre Derneği

Sağlık Komisyonu Üyesi

Veteriner Hekim Onur Taylan PAÇAL

Milliyetçi Kongre Dosyaları | Akraba Evliliği Caiz midir?

Tarih: 02.07.2024

Caiz, Arapça kökeni itibariyle geçerlilik anlamı taşır. Aynı kökten gelen cevaz, tecavüz, mecaz, icazet gibi kelimelere de aşinayızdır, yine geçerlilikle veya sınırı geçmekle ilgili anlamlar taşırlar. (https://www.etimolojiturkce.com/kelime/cevaz) Bu bağlamda akraba evliliğini seküler perspektiften ele alarak, caiz olup olmadığını değerlendireceğiz.

Evlilik öncesi sağlık değerlendirmesi üç yönden yapılır. Fiziksel hastalıklarda özellikle cinsel yolla bulaşan enfeksiyonlara, ruhsal hastalıklarda evliliğe rıza verebilecek akli meleke durumuna, kalıtsal hastalıklarda ise doğacak çocuklara aktarılabilecek sağlık risklerine bakılır.

Ülkemizde 1. ve 2. derece yakınlarla evlilik Türk Medeni Kanunu Madde 129 ile yasaklanmıştır. 3. derece yakınlar (kuzenler) ile yapılan evlilikler 1. derece akraba evliliği olarak adlandırılır. Eşlerden biri kuzenin çocuğu ise 2., her ikisi de kuzen çocukları ise 3. derece akraba evliliğidir.

Dünyada Akraba Evliliği

Birinci ve ikinci derece yakınlarla kurulacak ilişki ensest olarak değerlendirilip hemen hemen tüm dünyada ve kültürlerde yasaklanmıştır. Ülkemizde yasal olan kuzen evlilikleri ülkelerin kültür ve inançlarına göre çeşitli yaklaşımlarla değerlendirilir: birçok ülkede yasa dışıdır, hatta bazılarında yasal olarak suç teşkil etmektedir (Şekil 1). 


Şekil 1. Dünyada akraba evliliğinin yasal değerlendirmesi 
Buna karşılık akraba evliliklerinin ülkelere ve kıtalara göre dağılımı Tablo 1’deki gibidir. Bu kültürel çeşitliliğe dair fikir vermektedir.

  
Tablo 1. https://www.researchgate.net/figure/3-Consanguinity-rates-in-some-World-populations_tbl1_242701104

TÜİK’in 2022 verilerine göre Türkiye’deki 16 yaş üstünde akraba evliliği gerçekleştirmiş olan kişi sayısı 2 milyon 303 bin 485 kişidir. Akraba evliliği oranının illere göre dağılımı yapıldığında, 2022’de en yüksek akraba evliliği olan ilin %18,4 ile Şanlıurfa olduğu ve onu %13,7 ile Mardin’in ve %12,9 ile Muş’un takip ettiği belirlenmiştir, en az akraba evliliğine rastlanan iller ise %0,7 ile Burdur, Edirne ve Bolu’dur (bkz. Şekil 2). 


 
Şekil 2. https://data.tuik.gov.tr/Bulten/Index?p=Statistics-on-Family-2022-49683

Genetik Hastalıklar Nelerdir, Nasıl Oluşur Ve ve Aktarılır?

İnsanda 44 çift vücut kromozomu, 2 çift de cinsiyet kromozomu bulunur. Genetik özellikler aktarılan kromozomlarla taşınır ancak baskın özellikler tek ebeveynden geldiğinde bile kişide kendini gösterirken çekinik özelliklerin ortaya çıkması için her iki ebeveynden aynı genin gelmesi gerekir, aksi takdirde yalnızca genetik taşıyıcılıktan söz edilebilir. Akraba evliliklerinde anne ve baba arasında kan bağı bulunacağından taşıdıkları ortak genler daha fazladır, doğacak çocuklara hasta genlerin aktarılma olasılığı da buna bağlı olarak artar (bkz. Şekil 3). 

Şekil 3. https://www.tamgaturk.com/turkiye-de-engelli-cocuklari-icin-sosyal-yardim-alan-ailelerin-dagilim-haritasi-yayimlandi-yogun-olan-yerler-dikkat-cekti/71793/

Türkiye'de en sık görülen otozomal resesif hastalıkların canlı doğumlarda rastlanma sıklığı:

●    Hemokromatozis: 1/200-400
●    Ailesel akdeniz ateşi: 1/1000
●    Von willebrand faktör eksikliği: %1-2
●    Biyotinidaz eksikliği: 1/1100
●    Kistik fibrozis: 1/3000
●    Fenilketonüri: 1/3600
●    Orak hücreli anemi: Türkiye geneli %0,3-6, Çukurova bölgesinde %3-44
●    Retinitis pigmentosa: 1/5000
●    Talasemi: %2.1 taşıyıcılık
●    Lizozomal depo hastalıkları: 1/7000
●    Konjenital adrenal hiperplazi: 1/7700
●    Primer konjenital glokom: 1/2500-1/10000
●    Primer siliyer diskinezi: 1/15000
●    Herediter fruktoz intoleransı: 1/20000
●    Galaktozemi: 1/24000
●    Wilson: 1/30000
●    Spinoserebellar ataksi: 1/40000-100000
●    Friedreich ataksisi: 1/50000
●    Kalıtsal nörometabolik hastalıklar toplam: %1

Genetik Hastalıkların Önlenmesi

Genetik hastalıklar gen yapısında sıklıkla gelişim sırasında meydana gelen bozulmalardan kaynaklanabilir (Down Sendromu gibi) veya kalıtsal olup anne-baba genetiğiyle aktarılabilir (SMA gibi). Türkiye'de rutin genetik tarama resmi nikah öncesi, gebelik ve yenidoğan taramaları olmak üzere üç dönemde yapılır.

Evlilik öncesinde SMA (spinal musküler atrofi) ve hemoglobinopatiler (talasemi, orak hücre anemisi gibi kan hastalıkları) taranır. Her iki eş adayında aynı hastalığın taşıyıcılığı saptanırsa evliliğe engel değildir ancak gebeliğin tüp bebek yöntemiyle yapılması ve genetik hastalıkların ekarte edilmesi gerekir. Tıbbi gerekliliğe binaen bu tedavi yöntemleri SGK kapsamındadır.

Gebelikte 11-14. haftalar arasında ikili test yapılarak bebeğin ultrason görüntülemesi ve anne kanındaki hormon düzeyine bakılarak Down Sendromu gibi genetik defektle görülen hastalıkların risk değerlendirmesi yapılır; bunlarda anne yaşı, madde kullanımı, akrabalık gibi etmenler riski arttıracağı için çok faktörlü bir değerlendirme sözkonusudur. Uygun dönemde taranamamış gebelikler 16-18. haftalar arasında üçlü test denen değerlendirme ile benzer şekilde incelenir. Yüksek riskli bulunan gebeliklerde koryon villus biyopsisi ve amniyosentez adlı girişimsel işlemlerle bebeğin bulunduğu kesedeki sıvıdan veya plasentadan örnek alınarak genetik analiz yapılır. Taramalar sonucu genetik hastalık saptanırsa ailenin de talebi ve onayı doğrultusunda tıbbi gerekçelerle gebelik sonlandırılabilir.

Yenidoğan döneminde ise bebeğin doğumunu müteakip ilk hafta içinde 2 defa topuk kanı alınarak SMA, konjenital hipotiroidi, fenilketonüri, kistik fibrozis, biotidinaz eksikliği ve konjenital adrenal hiperplazi hastalıkları taranır. Bu hastalıklar hızla zeka ve gelişim geriliğine neden olacağı ve geri döndürülemeyecek sağlık sorunları doğuracağı için hızla müdahale edilmelidir. Ne yazık ki çoğunun kesin tedavisi mümkün olmayıp ancak koruyucu ve destekleyici tedavilerle hastalığın etkilerinin en aza indirilmesi ve yaşam süresi ile kalitesinin olabildiğince yüksek tutulması amaçlanır.

Günden güne kalıtsal hastalık tanılarının artması elbette birçok spekülasyonu da beraberinde getirmiştir. Oysa gelişen tıp ve ulaşılabilirliği artan sağlık hizmetleri sayesinde daha önce tanı konamayan birçok hastalığın tanı ve tedavisinin artması doğal ve sağlık adına olumludur. Bunun yanı sıra kanserojen maddelere, strese, olumsuz yaşam koşullarına maruziyet arttıkça genetiğin bundan etkilenmesi kaçınılmazdır. 

Tüm bu bilgiler ışığında uygulanmasını elzem bulduğumuz bazı tedbirler şunlardır:

1- Yakın zamanda örneğin Azerbaycan'da da getirilen akraba evliliği yasağının bizde çok daha uzun yıllardır mevcut olmasına rağmen, yetersizliği nedeniyle kapsamının benzer şekilde genişletilerek kuzen evliliklerinin de dahil edilmesi.

2- Özellikle Sağlık Bakanlığı ve Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı tarafından çalışma ve kampanyalar başlatılarak akraba evliliğinin genetik hastalık riskini artıran başlıca sebep olduğu konusunda kamuoyunun duyuru ve spotlarla bilgilendirilmesi.

3- Birey ve halk sağlığını bozan geleneklerin kültürde yer bulmaması adına, özellikle hem akraba evliliğinin hem de engelli çocukların istatistiksel olarak yoğunlaştığı bölgelerde dini kurumların da işbirliği ile her tür yerel kültüre ve eğitim seviyesine uygun bir hitapla sakıncaların anlatılması.

4- Artan sağlık sorunlarının SGK harcamalarını da artıracağı, bunun her Türk vatandaşını ve vergi mükellefini ilgilendiren sonuçlar doğuracağı göz önünde bulundurularak denetim ve hukuki düzenlemelerin keyfiyeti engellemesi; ücretsiz sağlık tarama ve tedbirlerinin reddi durumunda önlenebilecek hastalıklardan doğacak tıbbi masrafların kısmen de olsa sorumlu kişilerin tasarrufuna bırakılması.

Genetik hastalıkların çoğunun tedavisi günümüz koşullarında mümkün değildir veya maddi ve manevi olarak büyük külfet arz eder. Sağlık sistemine ve ailelere düşebilecek devasa yükleri önlemek adına riski azaltabilecek her tedbir alınmalıdır. Sağlık Bakanlığı makamının ve büyük bir hastaneler zincirinin sahibi Sn. Fahrettin Koca'nın dediği gibi, "Hastalığa karşı elimizde bir koz var: Hastalığa yakalanmamak." Bu nedenle akraba evlilikleri -dini boyutu her dine göre ayrı olup laik devletlerde başka kurumların tartışma konusu olabilecekse de- tıbben caiz değildir. Popülist sağlık politikaları yerini pozitivist yaklaşımlara bıraktıkça dünyada 10.000'de bir görülen SMA hastalığının Türkiye'de 6.000'de bir görülmesi gibi mevcut olumsuz istatistiklerde de gelişme düzelme görülecektir. Bunun da hem toplum sağlığını, hem aile ve devlet bütçesini, hem sosyokültürel yapıyı iyileştireceği açıktır.

Milliyetçi Kongre Derneği Sağlık Komisyonu adına, Dr. Emine IRMAK
 

Askeri Hastaneler Neden Gerekli: Tarihi Süreçte Hekimlik, Askeri Hekimlik ve Askeri Hastaneler

Tarih: 10.06.2024

Üniversitelerimizde yürütülen tıp tarihiyle alakalı çalışmalar ekseriyetle Selçuklu, Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyeti dönemlerine odaklanmıştır. Kaleme alınan bu yazıda da tarihi süreçte hekimlik ve daha özel olarak askeri hekimlik ve askeri hastaneler değerlendirileceği için bu bağlamda değer atfedilen hususlara nispeten daha dar bir aralıkta (1453- ) bilgim ölçüsünce değinmekle yetineceğim, hülasa, bu demek değildir ki bahse konu aralıktaki Türk tıp tarihi sadece buradaki olaylardan ibarettir.

Askeri Hastanelerin Tarihi

İstanbul’un 1453’teki fethi ile Osmanlı’da gerçekleşen pek çok değişiklikle hekimlik de yeni bir sürece girdi. Fatih’in daveti sonrası İstanbul’a gelen Hekim Kutbeddin Acemi, o dönem için sadrazam ve şeyhülislamdan sonra en yüksek maaş sayılabilecek bir ücretle (500 akçe) 1 ilk hekimbaşı olarak göreve başlamıştır 2. Fatih’in kurmuş olduğu Fatih Medresesi bünyesindeki darüşşifada (hastane) çalışan hekim sayısı 1489 yılında 7 olarak bildirilmiştir. 1489’dan 1658’e dek sadece başhekimin maaşı artırılmış olup diğer hekimlerin ücretlerinde değişiklik yapılmaması ve bu durumun 19. yüzyıla kadar sürmesi hizmet kalitesinde düşüş yaşanmasının başlıca sebebi sayılabilir 3.  

Padişah veya hanedan üyelerinden birisinin hastalığı uzayıp hekimbaşı tarafından tedavisi mümkün olmazsa Beyoğlu’nda yerleşmiş olan uzman gayrimüslim hekimler saraya davet edilirdi ve bunlar hekimbaşı ile saraya gidip hastayı muayene ederdi 4. Bu da gayrimüslim hekimlerin yetkinliklerinin daha fazla olduğu şeklinde yorumlanabilir.

Bu dönemde saray hekimlerinin sayısı 14-21 arasında değişkenlik gösterirken 1609’da kaleme alınan Ayn-ı Ali risalesine göre 17. asırda bu sayı 21 Müslüman hekim olup 41 de Yahudi hekim bulunmaktadır 4. Sarayı hekimi olan Türk hekimler ile başka etnisitedeki hekimlerin sayıları arasındaki oranı göstermesi açısından bu güzel bir örnektir, ayrıca bu oran Osmanlı İmparatorluğu’ndaki genel durumun bir göstergesi olarak da ele alınabilir. Osmanlı İmparatorluğu’nun zirvede olduğu 16. asırda bile gayrimüslim hekimler nicelik ve nitelik bakımından Türklerin önünde yer almaktadır.

Şanizade Mehmet Ataullah Efendi’nin naklettiğine göre, sadrazam 1810 yılında Şumnu’da ordunun başındayken rahatsızlanmış ve ordu başhekimi de tedavide yetersiz kalmıştır, bunun üzerine padişah birisi İtalya’da eğitim almış olan Kalorya adında bir Rum ve diğeri de Piçuni adında Avrupalı bir gayrimüslim olan iki hekimi İstanbul’dan göndermiştir. Bu iki hekimin tedavisi ile sadrazam birkaç gün içerisinde ayağa kalkmıştır 5. İstanbul’da 1812 yılında patlak veren veba salgınını ise bazı kimseler gayrimeşru cinsel ilişkilerin çoğalmasına bağlamıştır. Şanizade’ye göre, veba sebebiyle ölen Müslüman sayısı ölen gayrimüslim sayısından fazladır, ölen sayısı o kadar çoktur ki Fatih Camisi'nde sabah namazının ardından kılınan cenaze namazları nedeniyle aylarca tespih çekilememiştir 5. Şanizade’ye göre, hekimbaşı olanlar çevrelerinde bilgileriyle kendi yerlerine gelebilecek ehliyette bir kimsenin bulunmasını istemiyorlardı. Meslekteki cehaletini gizlemek isteyen kimi hekimler Fransızca birkaç kelime ezberleyerek tıptan anlamayanları kandırmaktaydı, hekimbaşından onay alanlar muayenehane açıp her sene birkaç bin kişinin can kaybına yol açmaktaydı 5.

III. Selim döneminde Nizam-ı Cedid ordusunun kurulmasıyla birlikte 1805’te Kasımpaşa’daki (İstanbul) Tersane-i Amire’de hekim ve cerrah yetiştirmek üzere eğitim hastanesi çalışmaya başlamıştır ancak 1807’deki Kabakçı Mustafa İsyanı neticesinde kapatılmıştır.

Kuruçeşme’deki Rum üniversitesine bağlı olarak Dimitraşko Moroz tarafından tıp fakültesi açılması için 1805 yılında izin alınmıştır. Okulun hangi tarihte kapatıldığı kesin bilinmemekle birlikte Dimitraşko’nun 1812 yılında idamıyla birlikte kapatılmış olması muhtemeldir. Bunun yanı sıra şu da belirtilmelidir ki, okulun eğitim dili Rumca ve mevcut öğrenciler sadece Rum gençleridir. O dönemde Türk gençlerinin bir Rum okulunda eğitim görmesi olanak dahilinde değildir 6.

Osmanlı-Rus ve Osmanlı-Avusturya arasında 1826 yılında gerçekleşen savaşlar sırasında askeriyenin artan cerrah ihtiyacını karşılamak üzere 20 kadar yetişmiş cerrah bulunup bunlara teorik eğitimler verilmiş ve kışlalara gönderilmişlerdir. Ancak mevcut ihtiyacı 20 cerrah ile giderebilmek mümkün olmamıştır. Sultan II. Mahmud’un emri üzerine hekimbaşı Mustafa Behçet’in gayreti ile 14 Mart 1827 tarihinde tam anlamıyla tıp eğitimine odaklanacak Tıphane-i Amire açılmıştır. Tıphanenin açılmasındaki esas amaç ordunun hekim ve cerrah ihtiyacını gidermektir, bu nedenle Gülhane Hatt-ı Hümayunu ilan edilene dek başlangıçta gayrimüslimler kabul edilmemiştir, zira orduda gayrimüslim istenmemektedir. Ayrıca, ders programında İslam İlmihali ve Birgivi Risalesi gibi derslerin yer alması da gayrimüslimlerin öğrenci olarak istenmediği şeklinde yorumlanabilir. Böylelikle müslim-gayrimüslim hekim oranının da dengelenmesi amaçlanmış olmalıdır. Tıphaneye kaydolan öğrenciler o dönemin geçerli dili Fransızca okumayı bilecek, bununla birlikte eğitim dili Türkçe olacaktır 7.  Cerrahhane-i Amire 1831 yılında açılmıştır, cerrahların eğitimini Mehmet Salim ve Fransa’dan getirilen A. H. Sat-Deygalliére* üstlenmiştir 8. Tıphane ve cerrahhane 1836 yılına gelindiğinde birleştirilerek Mekteb-i Tıbbiye halini almıştır.

II. Mahmud’un saraya yetenekli hekim bulunması emri üzerine, daha önce askeri alay ve hastanelerde görev yapmış olan Dr. Jacques Neuner’in ve Dr. Charles Bernard’ın 1838 yılında İstanbul’a gelmeleri sağlanmıştır 9. Bu hekimlerle yapılan sözleşme gereği, 15-20 yıl görev yaptıktan sonra ülkelerine dönmeye karar verseler de maaşları ölene dek verilmeye devam edilecektir 8. Bu da Osmanlı ahalisinden olan mevcut hekimlerin yetersizliğinin ve o dönemin en çağdaş eğitimine sahip yabancı hekimlere duyulan ihtiyacın başlıca bir göstergesidir.

II. Mahmut 14 Mayıs 1839’da Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane’yi ziyaret edip derslere iştirak etmiş ve öğrencilere hitaben bir konuşma yapmıştır, ilk kez o gün bağımsız olarak eczacılık sınıfı da açılmıştır. Eğitim dili Fransızca olan mektebin eğitim programı Dr. Bernard tarafından değiştirilmiştir 10. Bernard’ın Fransızca ve Latince olarak 1844 yılında kaleme aldığı Osmanlı Askeri Farmakopesi içerisinde ayrıca İtalyanca karşılıklar da yer almaktadır. Askeri hastaneler için hazırlanmış olan bu kitapta drogların (ilaç yapımında kullanılan hammadde) listesi, farmasötik preparatlar, ilaç formülleri ve çizelgeler yer almaktadır 8.  

1826’da açılan Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane’nin esas amacı askeri hekim yetiştirmek olduğu için sivil hekim ihtiyacını karşılamak üzere de 1866 yılında Mekteb-i Tıbbiye-i Mülkiye kurulmuştur 8. Bu mektepte dersler Türkçe işlenmiştir 7. Bu mektepte 1899 yılında eğitim görmekte olan 142 öğrenci varken bunların 62’si Müslüman, 62’si Hristiyan, 18’i de Yahudi’dir. Gayrimüslim öğrenci sayısının Müslüman öğrencilerden fazla olması beklentilerle uyuşmadığından bu dengesizliği önlemek maksadıyla müfredata din dersleri eklenmiştir 6. II. Meşrutiyet’in 1908’de ilanı ile askeri ve mülki tıp mektepleri birleştirilerek Tıp Fakültesi kurulmuştur 7. Tıp Fakültesi’nin 1912-1928 yıllarındaki askeri bölümüne kaydolan 996 kayıtlı öğrenci varken bunlardan 980’inin Müslüman olduğu tespit edilmiştir 11. Buradaki sayılardan hareketle her ne kadar hekimlerin aldığı eğitim açısından nitelik olarak yorum yapılamayacak olsa da niceliğin Türkler lehine döndüğü iddia edilebilir.

GATA

Askeri Sıhhi İşler Nizamnamesi uyarınca tıbbiyeden mezun olan hekimlerin tecrübe edinmeleri için bir hastanede görev yapmaları zorunlu hale getirilmiştir, bu sebeple 1870 yılında pratik eğitim okulu olarak Haydarpaşa Hastanesi seçilmiştir. Buradaki dersler ve uygulamalar Türkçe yürütülmüştür. Ancak bu okul girişimi başarılı sonuç vermemiştir 7. I. Alman İmparatorluğu ile yapılan anlaşma akabinde Dr. Robert Rieder ve Dr. Georg Deycke, İstanbul’a gelmişlerdir. Askeri hekimlerin pratik eğitim görmesi için bu iki hekimin öncülüğünde 1898 yılında Gülhane Tatbikat Mektebi (günümüzdeki ismiyle Gülhane Eğitim ve Araştırma Hastanesi, daha bilinen ismiyle ise Gülhane Askeri Tıp Akademisi, yani GATA) kurulmuştur 12. Ayrıca, 1903 yılında da Şam Mekteb-i Tıbbiyesi eğitime başlamıştır, I. Dünya Savaşı patlak verince de bu okul Beyrut’a taşınmıştır ancak Beyrut’un 1918 yılında işgali ile kapanmıştır 10. 1923 yılında TBMM’de Gülhane için talimatname hazırlanmış olup buna göre; hastane ve tıp akademisi olarak, Milli Savunma Bakanlığı’na bağlı, tugay seviyesinde, bir askeri tabip tarafından idare edilen kurum şeklinde tanımı yapılmıştır. Türkiye’nin II. Dünya Savaşı’na girme ihtimaline bağlı olarak askeri okulların ve hastanenin Ankara’ya taşınmasına karar kılınmıştır ve hastane, 1941 yılında bütün teşkilatı ile Cebeci Merkez Hastanesi’ne aktarılmıştır. 1947 yılında ismi değiştirilerek “Gülhane Askeri Tıp Akademisi/GATA" halini almıştır. 1971 yılında ise günümüzdeki Etlik’teki yerleşkesine taşınmıştır. Askeri tıp fakültesi 1908’de kapatılıp sivil okulla birleştirilmesinden 72 yıl sonra 1980 yılında GATA’ya bağlı olarak tekrar açılmıştır 13. Bu sayede Türk Silahlı Kuvvetleri’ne daha bilgili, daha disiplinli ve daha deneyimli askeri hekim yetiştirmek amaçlanmıştır. 15 Temmuz Darbe Girişimi sonrası 31 Temmuz 2016 tarihinde çıkarılan kanun hükmünde kararname (KHK) ile GATA ve birimleri Sağlık Bakanlığı’na bağlanmıştır, günümüzde de bu şekilde hizmete devam etmektedir.

Askeri Hastaneler Neden Gerekli?

Peki askeri hekimler, dolayısıyla onları yetiştirecek askeri tıp fakülteleri ve askerlerin sağlık sorunları ile ilgilenecek askeri hastaneler neden gerekli? Çok ama çok basit! Nasıl herhangi bir ihtiyacımız olduğunda direkt o konuda mütehassıs bir isim arıyorsak o sebepten gerekli. Şöyle düşünelim, şeker hastası isek herhangi bir dahiliye hekimi değil de şeker hastalığında uzmanlaşmış olan bir dahiliye hekimi ararız değil mi? Veya idari bir süreçle ilgili sorunumuz varsa idare hukukçusu tercih edip de ceza hukukçusu aramayışımız da benzer sebepledir. Örnekler alabildiğine uzatılabilir ama buradaki gereklilik zannediyorum ki vurgulanmıştır. Zira çatışmaya girmiş bir askerin psikolojisinden, bir uzvunu kaybeden gazinin sorunlarından, çatışma sonrası gerekli cerrahi operasyonlardan en iyi askeri cerrah, askeri hekim anlar. Ve gerekli durumlarda bunlar, çatışma bölgesinde bir askeri personel olarak görev üstlenip sağlık müdahalesinde bulunabilir. Bunun için de askeri hekimlerin hekimlik mesleğinin gereklerine hakim olmaları kadar askeri disipline ve donanıma da haiz olması bir mecburiyettir. Dolayısıyla askeri hekimlerin hem asker hem hekim olarak yetişmelerinin esas ocağı olan askeri tıp fakültelerinin işlevi dışına çıkartılarak sivilleştirilmesi ve idaresinin doğrudan Milli Savunma Bakanlığı’nca yürütülmesindense Sağlık Bakanlığı aracılığı ile Milli Savunma Bakanlığı hesabına yürütülmesi yanlıştır. Ayrıca, askeri personelin ihtiyaçları ve tedavisi konusunda uzmanlaşmış askeri hekimlerden ve askeri yardımcı sağlık personelinden müteşekkil bir askeri hastanenin varlığı da zorunludur. Kamunun hekim ihtiyacını karşılama yeri askeri hastaneler değil, devlet hastaneleridir, bunun için de üzerine düşeni yapması gereken Sağlık Bakanlığı’dır. Askeri hekimlere sadece hekimlik mesleğinin gerekleri değil, temel askeri eğitim de verilmelidir ve dahası paraşütle atlama, askeri araçlarda (kara, hava ve deniz) yaralıya müdahalede bulunabilecek vaziyete gelmelerini sağlayacak uygulamalar gibi donanımlarını artıracak eğitimler sağlanmalıdır.  

Türk Silahlı Kuvvetleri operasyon yaparken her zaman yanında olan ve olması gereken askeri hekimleri yetiştirecek askeri hastaneler ve akademiler neden kapatılır, bundaki esas maksat ne olabilir; takdir sizin. Ezcümle bu kurumların varlığına ihtiyaç tarihi süreçle birlikte özetlenip ortaya koyulmaya çalışılmıştır, ivedilikle bu kurumların eski işlevlerini geri kazanması gerektiği bir zarurettir.

Milliyetçi Kongre Derneği

Sağlık Komisyonu Üyesi

Dr. Ecz. Nihat Kurt

 


Not: Günümüzde de 14 Mart Tıp Bayramı, 14 Mayıs Eczacılık Bayramı olarak kutlanmaktadır.

*: Türkçe kaynaklarda Sıddıkalir, Sad de Kaler, Sade de Calliere, Sade de Galliere, Sat dö Galliyer gibi değişik imlalarla geçmektedir.

Kaynakça

1. Ali Haydar Bayat, Osmanlı Devleti’nde Hekimbaşılık Kurumu ve Hekimbaşılar, Atatürk Kültür Merkezi Yayınları, Ankara 1999.

2. Ahmet Özdinç. Fatih ve II. Bayezid Devri’nde İran’dan Anadolu’ya Gelen Meşhur Hekimler ve Osmanlı Tıbbına Katkıları. Anadolu Klin. 2020;25(1):56-61.

3. Fahri Unan, Kuruluşundan Günümüze Fatih Külliyesi, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 2003.

4. İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Devletinin Saray Teşkilatı, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 1984.

5. Şanizade Mehmet Ataullah Efendi, Şani-Zade Tarihi, Cilt I, Çamlıca Yayınları, İstanbul 2008.

6. Osman Ergin, Türk Maarif Tarihi, Cilt I-II, Eser Yayınları, İstanbul 1977.

7. Mehmet Melli, Cağfer Güler, Yılmaz Kurt, Türk Farmakoloji Tarihi, Özdoğan Matbaa Yayın, Ankara 2015.

8. Emre Dölen, Türkiye Üniversite Tarihi 1, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul 2009.

9. Ayten Altıntaş, Karl Ambros Bernard’ın Mekteb-i Tıbbiye-i Şahanenin İlk Kurucusu Olduğu Meselesi ve Görevi Hakkında, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 1999.

10. Aslı Tuna, Şam Mekteb-i Tıbbiyesi, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih Ana Bilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul 2018.

11. M. Alpertunga Kara, Adnan Ataç, Gülhane Askeri Tıp Akademisi Tıp Tarihi Müzesi’ndeki Askeri Tıbbîye Künye Kayıt Defterleri - 1912-1928, IX. Türk Tıp Tarihi Kongresi Bildirileri, Nobel Yayın Dağıtım, Ankara 2006.

12. Merve Pabuççu, Osmanlı Devleti’nde Askerî Hastaneler (1876-1908), Cappadocia Journal of History and Social Sciences, 2014. DOI: 10.18299/cahij.30

13. Baki Erken, Güvenlikçi Devletin Güçlenmesi Örneği: Türkiye’de 1980 Sonrasında Askeri İdarenin Büyümesi, Abant Sosyal Bilimler Dergisi, 23(1):178-195, 2023. DOI: 10.11616/asbi.1206123

Türk Milliyetçilerinde Yılgınlık ve Bıkkınlık Araştırması

Tarih: 07.06.2024

Çok kısa bir süre önce toplamda %25 oy oranına ulaştığı, belirleyici olduğu, kilit olduğu konuşulan Türk milliyetçileri, özellikle yerel seçimlerden bu yana bir anda değişen bir manzaranın öğesi oldular. Bugünlerde kimse milliyetçiliğin belirleyiciliğini konuşmuyor; en azından sosyal medyada göründüğü kadarıyla da milliyetçiler kendi aralarında tartışmak, sorumlu aramak ve tepki göstermekle meşguller.

Bunun nedenleri ekseriyetle partiler özelinde incelendi; X partisinin Y politikası nedeniyle daha fazla/daha az oy almış olduğuna dair yapılan spekülasyonlar, bu konuda yapılan analizlerin neredeyse tamamını oluşturuyor. Fakat en azından belli demografik gruplarda milliyetçiliği merkeze alarak analiz yapılmadı; MHP-İYİ Parti ve Zafer Partisi seçmenlerinin geçişkenliği düşünülünce parti politikalarından bağımsız olarak, milliyetçilerin geneline hakim olan hislerin partilerin performansına yansıdığını ve bunun diğer seçmene geçerek oy oranını belirlediğini söylemek yanlış olmayacaktır.

Yerel seçimlerdeki büyük düşüşün sebebi ilk planda hemen Akşener’in İmamoğlu ve Yavaş ile ters düşmesine bağlansa da, böyle olmama ihtimali var. Özellikle 2023 seçimlerinde elde edilen performans, aday dayatma süreçleri, bu sürece verilen reaksiyonların onaylanıp onaylanmadığı ve belki de tamamından daha önemli olarak İYİ Parti listesinden milletvekili seçilen şahısların milliyetçiler tarafından benimsenip benimsenmediği, 2024 yerel seçim süreç ve sonuçlarından daha belirleyici olmuş olabilir.

Aşağıdaki çalışma, Milliyetçi Kongre Derneği tarafından sosyal medyada gerçekleştirilmiştir. İlk olarak moral bozukluğu, siyasi isteksizlik, bıkkınlık gibi hisler yaşayan Türk milliyetçilerine kamuya açık olarak çağrı yapılmış ve görüşlerini paylaşmaları istenmiştir. Akabinde bir form yaratılarak ilgililerden formu doldurmaları talep edilmiştir. 214 sosyal medya kullanıcısı doğrudan görüş paylaşmış ve 150 kullanıcı form doldurmuştur. Form dolduranlardan 3’ü, anlamsız içerik sebebiyle (anlaşılmaz ifadeler, sabotaj vb.) iptal edilmiştir. Form dolduranların yaş ortalaması 30, Türkiye’ye dağılımları başta İstanbul ve Ankara’nın nüfus oranlarıyla uyumlu bir şekilde, Türkiye ortalamasına yakındır. Yalnızca İzmir mevcut nüfusuna oranla daha aşağı seviyede temsil edilmiştir. Form dolduranların 140’ı erkek, 7’si kadındır. Bu oran Türkiye ortalamasından ayrışsa da, hem mevcut milliyetçi partilere oy verenlerin cinsiyet dağılımı hem araştırmayı düzenleyen Milliyetçi Kongre Derneği üyeleri ile TamgaTürk takipçilerinin cinsiyet dağılımı gözetildiğinde ortalamayla uyumludur.

İYİ Parti’den Zafer’e Akış

Katılımcıların %43’ü genel seçimlerde İYİ Parti’ye oy verdiğini belirtirken %36’sı Zafer Partisi’ne oy verdiğini söylemiş, %12’si CHP’ye oy vermiş, bu üç partiyi yalnız 3 oy alan MHP takip etmiştir. Diğer partilere yalnızca birer katılımcı oy vermiştir. 2024 yerel seçimlerinde ise Zafer Partisi tercihi %55’e çıkmış, CHP %16’ya yükselmiş, İYİ Parti %16’ya düşmüştür. Oransal olarak bakıldığında, Zafer Partisi ile CHP’ye giden oyların genel seçimlerde Zafer Partisi ile CHP’nin aldığı pay ile orantılı olarak dağıldığı görülmektedir. Bu, İYİ Parti’den kopuşun bir başka partiyi daha çok beğenmekten ötürü değil, İYİ Parti’yi beğenmemekten ötürü gerçekleştiğini düşündürebilir.

Katılımcıların oy tercihleri ile sonraki sorulara verdikleri cevaplar irdelendiğinde, 2023 ve 2024’te Zafer Partisi’ni tercih edenlerin daha “kızgın” oldukları, 2023’te İYİ Parti’ye oy verip 2024’te Zafer Partisi’ni tercih edenlerin “bıkkın”, “yılgın”, “boş vermiş” seçeneklerini daha fazla tercih ettikleri görülmüştür.

Milliyetçiler Kızgın

Katılımcıların “Mevcut hislerimi aşağıdaki ifadelerden en iyi ... tanımlar.” ifadesini verilen seçeneklerden biriyle tanımlamaları istendiğinde %41 “kızgınım”, %19 “yılgınım”, %17 “boş verdim”, %17 “bıkkınım”, %7 “kırgınım” seçeneğini işaretlemiştir. Doğrudan verilen cevaplar ile paragraf doldurmalı sorularda yapılan ek yorumlarla birleştiğinde, iki hissi birlikte ifade edenlerin yoğunlukta olduğu, özellikle yılgınlık ve bıkkınlık hislerini işaretleyenlerin bu hislerinden önce kızgınlık hissi yaşadıkları fakat daha önce kızdıkları için artık bir başka safhaya geçtikleri görülmüştür.

En dikkate değer sonuçlardan biri olarak, katılımcılara mevcut hisleri ne zamandan beri yaşadıkları sorulduğunda %40’ı 2023 genel seçimlerinden bu yana seçeneğini işaretlemiş, yalnız %6’sı 2024 yerel seçimlerini belirtmiş, kalan büyük çoğunluk “diğer” seçeneğini işaretleyerek aşağıdaki soruda açıklama yapmıştır. Mevcut hislerini 2024 yerel seçimlerinde yaşadığını belirten azınlığın %75’i Zafer Partili, kalanı İYİ Partilidir. Zafer Partisi seçmeninin bir kısmının partisinin yerel seçim performansıyla hayal kırıklığı yaşadığı, İYİ Parti seçmeninin ise hayal kırıklığını 2023’te yaşayarak 2024’teki manzaradan çok önce partiden koptuğu söylenebilir.

Diğer seçeneğini işaretleyerek açıklama yapan katılımcıların yanıtları dağınıktır. Ancak en çok öne çıkan motifler 2017 referandumu ile, MHP’nin AKP’ye destek olma karar anıdır. Bu iki noktadan itibaren kırılmalar yaşanmış ve katılımcılar politik tercihlerini belirlemeye başlamışlardır. Politik tercihleri sonucunda seçtikleri temsilciler bu çizgiden ayrıldığında daha da öfkelenmişler ve çok büyük bir kısmı 2023 genel seçimlerinden sonra partisini değiştirmiş, sandığa gitmemiş yahut başka bir protest tavır sergilemiştir.

Olamaz Türk’e Baş Türk’üm Demeyen

Katılımcılara mevcut hislerini yaşamalarının temel nedeni çoktan seçmeli sorulduğunda %32 ihanete uğradım, %30 görüşlerim temsil edilmedi, %3 ideolojimde eksik/yanlış olduğunu fark ettim demiş, %36 gibi ciddi bir kısım ise diğer seçeneğini işaretleyerek açıklamayı tercih etmiştir.

Diğer seçeneğini işaretleyenler arasında, önceki paragraf sorusundan farklı bir şekilde daha fazla ortaklaşma vardır. Bu ortaklaşma, halkı suçlayıcı yöndedir. Halkın doğru kararlar verememesinden ötürü, “ortalama Türk”e kızgın olduklarını açıklayan katılımcıların bu kanaatinden hareketle, daha önce yapılan Yurtdışında Yaşayan Türkler çalışmasıyla bir paralellik görülmüştür. Yurtdışına göç sebepleri arasında görünür olan “ortalama Türk’ten soğumak” gerekçesi, çalışmaya “yurt dışına göçmek ister miydiniz?” sorusu eklense, bu cevabı verenlerin yurtdışına göçmeye “evet” diyeceklerine dair bir beklentiyi makul kılar.

Katılımcı Türk milliyetçilerinin ideolojik olarak bir eksik yahut yanlış görmemeleri en azından en genel haliyle sevindiricidir. Türk milliyetçiliği tanımından uzaklaşmak yerine, Türk milliyetçisi olmak iddiasındaki parti ve önderlerden uzaklaşmışlar, ilerleyen sorularda görüleceği üzere -maalesef- bireyci-çıkarcı bir konuma gelmişler, birlikte bir iş yapabilme kabiliyetimizden şüpheye düşmüşlerdir. Bu sonuçlar da düşündürücüdür fakat kişilere dair hayal kırıklığı ideolojik hayal kırıklığını tamir etmekten daha kolaydır.

Bir diğer ilginç husus olarak, çok az katılımcı (yalnızca 5 kişi) Sinan Oğan vakasını önemli addetmiş, bunun mevcut hislerine yansımasına dair söz söylemiştir. Zafer Partisi’ne tepkili olanların hemen hepsi, başıboş hayvan problemine yaklaşımı sorunlu bulduğu için tepkilidir. İYİ Parti’ye tepkilerini dile getiren paragraflarda birçok tercihe dair saptama ve doğrudan isim vererek eleştiri varken, ihanete uğradım seçeneğini işaretleyen arasında dahi Sinan Oğan vakasını önemseyen kimse yoktur. Bu, daha önceden kızgın olan ve bu yüzden Zafer Partisi’ne yönelen kesimin, Özdağ’a bir şans daha vermek için kendi kendisini ikna etmesiyle açıklanabilir. Aynı zamanda, sürekli olarak ihanete uğradığını düşünen kitle için ihanete uğramak normalleşmiş de olabilir.

Sinan Oğan’ın adı geçmese de cevaplarda ortaklaşan bir diğer motif, “Türk milliyetçisine güven olmaz” lafına bahane verilmesine duyulan kızgınlıktır. Ahlaken ve ideolojik olarak doğru yerde durduğunu düşünen katılımcılar, seçtikleri temsilcilerin yanlış eylemlerle kendilerini de olumsuz bir imaja mahkum etmesinden ötürü tepkililer. MHP’nin AKP’ye destek vermesinin ciddi bir kırılma anı olarak görülmesiyle birleşince, halihazırdaki bir travma nedeniyle oldukça çalkantılı bir ruh halinde bulunan bu kesim, her şeyden önce birebir temsil edilmeyi ve oy vereceği partiyle bütün konularda uyuşmayı beklediğini beyan etmektedir. Yeterince büyük ve her konuda söz söyleyen bir partide her konuda birebir uyuşma mümkün olmadığı için, Zafer Partisi’nin daha tek boyutlu bir politik süreç götürmesinden ötürü, uyuşmama ihtimali azaldığı için oraya bir akış olduğunu söylemek mümkün. Bu bakımdan mezkur kitleye hitap etmek için daha az başlıkta daha net politik söylemler üretmek gerekiyor diyebiliriz.

Toparlanmak Mümkün mü?

Katılımcılara “Sizinle aynı hisleri paylaştığını düşündüğünüz kitle tek bir insan olsaydı nasıl tarif ederdiniz? Aklınıza gelen her özelliğini yazabilirsiniz; "X yaşında, Y cinsiyetinde, Z işiyle meşgul, A partisine oy vermiş, B olayını yaşamış" gibi.” şeklinde sorulan soru, maalesef anlamlı veriler üretememiştir. Katılımcılar bu soruya tarihi karakterlerin isimleriyle cevap vermeyi tercih etmiş yahut ideal şartlardaki Türk milliyetçisinin nasıl olması gerektiğini söylemişlerdir. Mevcut hislerini çevrelerindeki insanların ne ölçüde paylaştığı sorulduğunda, 1 hiç 5 tamamen olacak şekilde %8 1, %17 2, %30 3, %32 4, %13 5 puan vermiştir. Bu, above-average effect denilen konseptle uyumludur ve bu bakımdan gerçeği yansıtmayabilir. Ekseriyetle halka tepkili olduğunu söyleyen bir kitlenin, mevcut hislerini çevreleriyle büyük oranda paylaştıklarını söylemesi kısmen de olsa çelişkilidir. Bunun nedeni söylendiği gibi above-average effect olabilir.

Katılımcılara “Mevcut hislerinizin yok olması ve örgütlenmeye yeniden katılmak / siyaseten aktif olmak için ne olması gerekir?” sorusu sorulduğunda, ilginç bir sonuçla karşılaşılmıştır. Daha önceki cevaplarda da zikredilen “farklı politik konularda birebir aynı pozisyonda olmak”, “doğru imajla temsil edilmek”, “mevcut aktörlerden başkasının ortaya çıkması” gibi ifadelerin yanında, “ekonomik açıdan iyi duruma gelmek” ortaklaşan bir motiftir. Ekonomik olarak sıkıntı çektiklerini ifade eden katılımcılar, ekseriyetle artık kendilerini kurtarmak zorunda olduklarını da söylemişlerdir. Katılımcıların ifadelerinde, “ders vermek”, “var olduğunu göstermek” de yeniden siyasi aktifleşme için sıraladıkları beklentiler arasında belirgindir.

Bugün seçim olsa hangi partiye oy verirsiniz sorusuna %47 Zafer Partisi, %10 İYİ Parti ve %5 CHP cevabı verilmiştir. Diğer seçeneğini kullanarak açıklama yapan kullanıcıların ekseriyeti seçimleri protesto edeceğini belirtmiştir.

Bütün bunlardan hareketle, milliyetçi olduğunu iddia eden siyasi partilerin genç ve genç-yetişkin kitle ile yeniden köprüler kurarak toplumsal bir hareketlilik yaratmak için oldukça sarsıcı ve yeni aktör vurgulu bir çıkış yapmaları gerekmektedir. Yukarıda zikredildiği gibi, kitlede “bütün politik alanlarda uyuşmak” beklentisi olduğundan ve kitle herhangi bir uyuşmazlıkta cezalandırma/protesto etme yoluna başvurduğundan, politik söylemin bant genişliği daraltılmalı, vurgusu artırılmalıdır. İYİ Parti için 2023’teki kırılma, Zafer Partisi için başıboş köpek problemindeki uyuşmazlık olumsuz anlamda en çok belirginleşen motiflerdir. Kızgınlık ve ders verme isteğinin de belirgin olması nedeniyle, bu partilerin siyasi kurbanlar yaratarak kitlenin öfkesini bu yolla gidermek, yeniden iktidar ve rol oynama isteği tetiklemek stratejisini izlemeleri faydalı olabilir.

Sonuç

Katılımcılara aynı zamanda Milliyetçi Kongre Derneği ve TamgaTürk ile ilgili sorular sorulmuştur. Bu sorulara verdikleri cevaplar doğrultusunda hem dernek hem de yayın organı bünyesinde çeşitli projeler geliştirilecektir. Mevcut kızgınlık ve bıkkınlığın Türk milliyetçiliğine uzun vadede zarar vermemesi, partilerin yükselip düşmesinden daha önemli bir husustur. MKD gibi bir oluşumun kitlenin partilerüstü sözcüsü olarak tepkileri ve alkışları objektif biçimde siyasi aktörlere iletmesi ve sonuç alabilmesi, siyasi partiler için de sağlıklı bir ortam yaratacaktır. Bu sayede uzun süre gündeme alınmayan, karşılık bulamayan tepki, talep ve alkışlar, kızgınlık ve ders verme isteğine dönüşmeyecektir.

Bu rapor muhalif milliyetçi partilere ayrıca sunulacak, talep edilmesi halinde yüz yüze bir toplantıda detaylı aktarılarak milliyetçi tabanın oy vererek temsilci ve makam sahibi yaptığı insanlara dokunması temin edilecektir.

Rapor her ne kadar tam manasıyla bilimsel bir sonuç üretebilecek ölçekte değilse de, en azından meyilleri tespit etmede ve işaretleri milliyetçi kamuoyunun gündemini taşımada rol oynaması için tarafsız ve bilimsel ahlaka sadık bir şekilde hazırlanmıştır.

Bu vesileyle yalnız kızmakla yetinmeyip, öfkesinin gereğini yerine getirmek isteyen bütün Türk milliyetçilerini Milliyetçi Kongre Derneği’nin bir parçası olarak mücadele etmeye davet ediyoruz.

Bütün Türkler bir olsa, başkalaşır gidişler.

Çalışmayı hazırlayan: M. Bahadırhan Dinçaslan

Basın Açıklaması, Hukuk Komisyonu

Tarih: 22.02.2024

Basın Açıklaması, Hukuk Komisyonu

Kamuoyuna Duyuru

Son dönemlerde bilimden ve gerçeklikten uzak, ahlaktan yoksun şahısların sürekli olarak cumhuriyetimizin kurucu değerlerine ve kurucu önderine karşı yapmış oldukları saldırı ve hakaretleri tiksinti ve öfke ile takip etmekteyiz.

Peşinen bilinmesini isteriz ki Türk Milleti Atatürk'ün açtığı yolda onun izinden yürümekte bir an bile tereddüt göstermemiştir ve göstermeyecektir. Gelinen günde bizler Türk milliyetçileri olarak bu şiarı her şeyin ve herkesin üzerinde tutuyor, Başbuğ Atatürk'ün hatırasına her zaman ve şartta sahip çıkacağımıza bir kez daha söz veriyoruz.

Ömrünün her safhasını Türk Milleti'ne hizmetle geçirmiş Atatürk'ün şahsına ve onun mirası cumhuriyetimize alçakça kasteden hainlerin hesapları isimlerine ve mensubiyetlerine bakılmaksızın, ahval ve şerait fark etmeksizin tarafımızca akamete uğratılacaktır.

Bugünden başlayarak cumhuriyetin kurucu değerlerine ve Atatürk'ün hatırasına yönelecek tüm saldırıların hukuk önünde bertaraf edilmesi ve sorumluların en ağır şekilde cezalandırılması için tüm varlığımızla mücadele edeceğimizi kamuoyuna saygıyla bildiririz.

Türk Hekimi, Mesleğine Sahip Çık!

Tarih: 23.01.2024

Türk Hekimi, Mesleğine Sahip Çık!

Metin: Hekimleri kamu nezdinde temsil eden meslek kuruluşu Türk Tabipleri Birliği'dir (TTB). TTB’nin mevcut yönetiminin, asli görevi olan mesleki haklar ve sorumlulukları düzenlemek ve denetlemekten uzak olduğu herkesin malumudur. Dahası, bölücü terör örgütüne yönelik operasyon yapıldığında "Savaş bir halk sağlığı sorunudur." diyen ancak şehit haberlerine taziye bile yayımlamayan TTB yönetiminin hekimlerin itibarını ne için harcadıkları göz önündedir.

TTB’nin bu hali, hekimlerin haklarını savunma çabasında her zaman bir ayak bağı oluyor. Sağlık sisteminin idaresindeki yanlışlara yönelik girişimlerde hekimleri temsil eden kurumun bu hali kasten öne sürülerek hekimlik aşağılanmaktadır. Bu durum hekim haklarını vermek istemeyen idarecilerin elinde koz haline gelmektedir.

“TTB beni temsil etmiyor!” söyleminin bir faydası olmadığı görülmüştür. Gerek kanunen gerek kamuoyu önünde TTB hekimlerin geçerli temsilcisidir.

Vatanını seven bir hekimin asla memnun olamayacağı TTB yönetiminin mükerrer seçimlerle görevde kalmasının yegane sebebi hekimlerin seçime iştirakinin düşük olmasıdır. 31 binden fazla hekimin görev yaptığı İstanbul’un tabip odasında seçime katılan hekim sayısı ancak 3500’lerdedir. Bu sebeple TTB yönetimi hekimlerin genelini yansıtmayan azınlık bir grubun tahakkümünde bulunmaktadır.

Nisan 2024’te yapılacak TBB seçimleri için üye listeleri Mart ayında kesinleşecek ve TTB’ye gönderilecektir. Şubat ayının son haftasına kadar üye olanlar seçimlerde oy verebilecektir. Oy verebilmek için aidat ödeme şartı bulunmamaktadır. Siz de meslek kuruluşunuzu demokratik yollarla yanlış ellerden kurtarmak için görev yaptığınız ilin tabip odasına üye olun ve sizi temsil edecek bir TTB yönetimi için seçim günü oy kullanın.

Türk hekimlerini hem mesleğin temsilini hem Türk adını taşıyan kurumlarımızı işgalden kurtarmak için mutlaka seçimlerde oy kullanmaya davet ediyoruz.

Milliyetçi Kongre Derneği Sağlık Komisyonu

Kamuoyuna Duyuru

Tarih: 25.12.2023

Kamuoyuna Duyuru

Metin: Ordumuzun terörle mücadele operasyonları esnasında verilen 12 şehidimizin acısı yüreğimizde hala tazedir. Şehitlerimizin ailelerine, silah arkadaşlarına ve büyük Türk Milleti'ne sabır ve baş sağlığı dileriz. Yaralı kahramanlarımızın tez iyileşmesi en büyük temennimizdir, emanet edildikleri sağlık çalışanlarına güvenimiz sonsuzdur.

Milliyetçi Kongre olarak şehit haberlerinin hiç gelmemesini isteriz. Fakat canımıza, namusumuza ve malımıza kast edenleri durdurmak için vücudunu siper eden kahramanlarımız bizi korurken şehit düşünce, bu olayın yakıcı haberinin yalnız düştüğü yeri yakmasını istemeyiz. Zira onlar kendileri yahut aileleri için değil; zengin-fakir, genç-yaşlı, kadın-erkek, köylü-şehirli bütün Türkler için ve onlar adına şehit düşmüşlerdir.

Üzülerek tecrübe ettiğimiz ilk husus, şehit haberlerinin yakıcılığını yitirdiğini, sıradanlaştığını görmek. Bunda şüphesiz Çözüm Süreci denen çözülme sürecinin ve mimarı olan iktidarın yarattığı ortamın payı vardır. Terör propagandasını normalleştiren ve meşrulaştıran bu ortam, milletin fertlerinin zihinlerini bozarak şehit haberlerine dair bir kayıtsızlık yaratmaya başlamıştır. Şehidin canına kimin kıydığını ve neden kıydığını açıkça ifade etmeden yalnız kahraman askerlerimizin yüksek fedakarlığını övmekle iktifa eden yeni hamaset dili, millet ve askeri arasında güçlü ve tertemiz olması gereken bağları maalesef yeniden inşa edemiyor.

Öte yandan bir şehit haberi geldiğinde, o şehidin temsil ettiği değerleri, yani müşterek millet değerlerini benimseyen herkesin tepki vermesi gerekir. Bu tepki dahi siyasi hesaplarla belirleniyor ve ayrışıyorsa, yitirilen yalnız cephedeki canlar değil, doğrudan millet olma halidir. Unutulmaması gerekir ki terör ordumuzu meydan savaşında yenmeyi yahut devletimizi işgalle yıkmayı hedeflemiyor. Terörün hedefi moral bozmak, dedikodu çıkarmak, ayrılıklar yaratmak ve Türklerin savaşma kabiliyet ile azmini kırmaktır. Tankı, tüfeği, topu, uçağı gayet işler şekilde durduğu halde yıkılan onca devlet vardır, bu biz Türkler için mutlaka ibret alınması gereken bir hakikattir.

Hal böyleyken, hem iktidara hem muhalefete ordumuz ve şehitlerimiz ile ilgili haberlerin siyasi emellere alet edilmemesi için ihtarda bulunuyoruz. Ordumuz hepimizindir, şehitler hepimizin evladı, kardeşi ve babasıdır. Milliyetçi Kongre olarak mevcut iktidar döneminde milli bayramların bile birer ayrışma vesilesine dönüşmesini gördükten sonra, şehit vakalarında da ayrışma vesileleri görmek istemiyoruz. Terörün siyasi uzantılarının yukarıda bahsedilen bozguncu faaliyeti kolaylaştıran ve güçlendiren işlevine dikkat çekiyor, milli değerlerin ortak olduğunu ve her Türk'ün hem pay hem hak hem de sorumluluk sahibi olduğunu tekrar hatırlatıyoruz.

Kamuoyuna saygılarımızla.

Milliyetçi Kongre Derneği

Vatan Gurbetlendi: Türkiye’yi Terk Eden Türkler

Tarih: 20.11.2023

Vatan Gurbetlendi: Türkiye’yi Terk Eden Türkler

Bu çalışma, Milliyetçi Kongre Derneği öncülüğünde hazırlanmıştır.

Türkler, Türkiye’yi terk ediyorlar. İktidarın vatandaş kavramına ve bunun getirdiği medeniyete düşmanlığı, Türkiye’nin yetişmiş insanlarını düzenli olarak kaybetmesine neden oluyor. Üstelik bu gidişat yalnızca gidenlerin sayısı üzerinden okunacak bir veri değil. MetroPoll firmasının 2022 anketinde seçmenin %53’ü yurt dışında yaşamak ya da okumak istediğini belirtti. MAK ve Yeditepe işbirliği ile 2020’de yapılan bir araştırmada, 18-29 yaş arası nüfusun %76’sı yurt dışında yaşamak istediğini söyledi.

Yaş düştükçe, yurt dışında yaşama isteğinin arttığı aşikar. Üstelik son seçim sonuçlarına göre bu gidişatın nasıl şekillendiğini araştıran bir inceleme yok. Fakat eldeki verilerden hareketle, AKP iktidarının devamının gidiş kararı alma süreçlerini hızlandırdığını ve gidenlerin geri dönmeme kararını pekiştirdiğini söylemek mümkün. Bu, AKP iktidarı eliyle demografinin değiştirilmesi demek: Eğitimli “beyaz” Türkler yurt dışına kovalanırken, kültürsüz ve eğitimsiz Suriyeliler, Afganlar, Pakistanlılar, Nijeryalılar, Somalililer ülkeye dolduruluyor. Ekonomik olarak bu, Türkiye’nin modern ve Batılı bir ülke olmak iddiasından vazgeçmesi demek. Nitelikli iş kollarında yüksek katma değerli, birim fiyatı yüksek ihracat yerine, basit kol gücüne dayalı düşük nitelikli üretim ve bunun ihracatıyla para kazanmak – mevcut nüfus ve eğitim politikası iktidarın nihai hedefinin bu olduğunu gösteriyor.

TamgaTürk’ün 2021 yılında yaptığı “Vatan Gurbetlenince: Yeni Türk Kolonisini Anlamak” dosyası oldukça yoğun bir ilgi görmüştü. Seçim sonrasında aynı temada yeni bir dosya yaparak, Yeni Türk Kolonisi’ndeki yeni gelişmeleri, eğilimleri anlamaya çalıştık.

Yeni Türk Kolonisi

Araştırmaya katılan Türklerin yaş ortalaması 30 civarında; 25-30 yaş arası en kalabalık kitle. 23-48 yaş arasında 35 kişiyle yazılı, 9 kişiyle çevrimiçi yüz yüze olarak gerçekleştirilen mülakatlarda, katılımcıların mesleği sorulduğunda mühendis, doktor, yazılımcı gibi teknik bilgi ve beceri gerektiren meslekler ağırlıklı olarak göze çarpıyor. En fazla göç edilen ülke Almanya, onu Hollanda ve ABD takip ediyor.

Katılımcıların %58’i 4 yıldan kısa süredir yurt dışında yaşıyor, kalanı daha uzun süredir yurt dışında. Bu önceki çalışmayla kıyaslandığında denebilir ki, 2021 dosyasında yurt dışına göçenlerin göç etme kararını özellikle 2015’teki yoğun terör eylemleri zamanında aldığını görmüştük. Bu yeni grup katılımcıların ekserisi, 2018 genel seçimlerinden sonra böyle bir karar almış gibi görünüyor.

Göç Kararını Almak: “Vetenden Doymuşam Meni Kınama…”

Çalışmanın hemen göze çarpan ilk sonuçlarından birisi, en yaygın göç nedeni olarak ‘Bireysel Özgürlükler’in gösterilmesi. Katılımcıların yalnızca %17’si ekonomik faktörleri göç etmeleri için birincil neden olarak göstermiş. Bu, kamuoyundaki yaygın kanının aksine, yeni nesil göçmenlerin yalnızca ekonomik endişeler nedeniyle bu kararı almadıklarını gösteriyor.

Katılımcıların verdiği cevaplarda da bu gerçek tekrar tekrar görülebiliyor. Katılımcıların büyük kısmı, kanunların düzgün işlediği, devletin varlığını hissettirdiği ve haklarının korunacağına inandıkları bir ülkede yaşama özlemlerinden bahsediyor. A.S. örneğin, Türkiye’de ‘Kuralları esnetmenin akıllık zannedildiği, rüşvetin, vergi kaçırmanın, mafyalık yapmanın marifet sayıldığı’ ortamdan şikayet ediyor, ve bunda yalnız değil. S.T. de benzer şekilde, ‘Kazıklamak, hak yemek, vergi kaçırmak gibi şeyler burada büyük ayıp.’ diyor, Türkiye’yle yaşadığı ülkeyi karşılaştırınca. N.K. da yine, ‘devletin burada yaşayanları kandırmayacağını bilme’nin onu mutlu ettiğini söylüyor. Tüm bunların daha az stresli bir yaşama olanak sağlaması da yine çokça bahsedilen bir tema. M.A.K. ise, Türkiye’de insana hiç değer verilmediğini görmek için biraz dışarıdan bakmak gerektiğini söylüyor.

Yine benzer şekilde, saygı görme ihtiyacı da tekrar tekrar karşımıza çıkan temalardan. Yabancı bir ülkede yaşamanın avantajları sorulduğunda, katılımcıların çoğu diğer faktörlerden önce sosyal ahlakın ve karşılıklı saygının onları rahatlattığından ve bunun günlük hayatın stresini de önemli ölçüde düşürdüğünden bahsetmiş. F.A., mesela, yurtdışında yaşamaya başladıktan sonra Türkiye’de insanların birbirine saygı duymadığını daha net gördüğünü belirtmiş. Bu saygı görme ihtiyacı, kanunların düzgün işlediği bir ülkeye duyulan özlemle de iç içe geçiyor, zira katılımcılar her ne kadar göçmen de olsalar, yaşadıkları devletin onların haklarını savunacaklarına duyduğu inanç, Türkiye’ye duydukları inançtan daha yüksek. O.P., öte yandan, insanların gülümsemesinin, yolda karşılaşılan rastgele insanın tehditkar olmamasının yaşadığı ülkede kalmak için en önemli gerekçelerden biri olduğunu söylüyor.

Kısacası, göç kararını almada en önemli faktör, devlete ve topluma karşı duyulan güven duygusunun yitirilmesi gibi gözüküyor. İçinde yaşadıkları toplumdan ve devletten hak ettikleri saygıyı ve adaleti göremeyen nesil, bunları bulabileceğine inandığı yerlere göçüyor. Yani öncelik rejime dair kaygılar, sonra bireysel huzur ve saygınlık geliyor. Ekonomik faktörler ise, bu şahsi meselelerin ardından geliyor. Üstelik ekonomik faktörler, basit bir fakir olmak - zengin olmak ikiliğinde ele alınmıyor. Katılımcılar, ekonomik gerekçelerini "emeklerinin karşılığını almak" üzerinden tarif ediyorlar. Yani burada beş parasız oldukları için göçmüş değiller, fakat hak etmeyenlerin, emek harcamayanların kendilerinden daha fazla kazandığını görmüş ve bu yüzden öfkelenmişler.

Gurbette Yaşamak: “Gurbet Kelepçedir Yurdu Sevene…”

Yurt dışına göçen Türklerin çok azı ırkçılığa ya da benzer muameleye maruz kaldığını belirtiyor. Maruz kalanlarsa, ilginç bir şekilde çoğu zaman hak veriyor: Bir ülkenin göç etmeyi zorlaştırması lazım diyorlar. Yüz yüze mülakat yapılanlardan ikisi, yurt dışına göçme kararında Türkiye’deki kaçak göçmenlerin yarattığı sıkıntıların da etkili olduğunu söyleyerek, ülkelerin nitelikli insanlar haricinde kitlesel göçlere karşı zorlaştırıcı tedbirler almasını desteklediklerini doğrudan söylediler.

Yurt dışında gördükleri muamelede en önemli faktörlerden birisi, gittikleri ülkede daha önceden göçen Türklerin yaşayıp yaşamaması. Kolaylık olsun diye mevcut göç eden kitleyi “Beyaz Türkler”, 60’lı yıllardan itibaren misafir işçi olarak göçen Türkleri ise “Mavi Türkler” olarak kodladık. Beyaz Türkler, Mavi Türklerin yarattığı imajdan, uyum göstermemelerinden, gettoda yaşamalarından rahatsızlar. Onların yarattığı imaj nedeniyle ırkçılık yaşamasalar bile önyargılarla uğraşmak zorunda kaldıklarını belirtiyorlar. ABD’ye göçenlerinse bu sorunu yok, ancak başka bir problem karşılarına çıkıyor: FETÖ’cü ağı. Bu ağdan özellikle uzak durmaya çalıştıklarını belirtiyorlar. Yine global bir problem, Recep Tayyip Erdoğan. Erdoğan’ın menfur tavırlarının bulundukları ülkede soğuk yahut düşmanca muamele görmelerine neden olduğunu belirtiyorlar.

Özellikle kadın katılımcılar “görünümleri ve hayat tarzları modern olduğu için” ırkçılığa uğramadıklarını, kolayca benimsendiklerini söylüyorlar. Hemen bütün katılımcılarda kendileri gibi son dönemde göçen “Beyaz Türkler”le bir dayanışma var, Mavi Türkleri ise çoğu zaman olumsuz, bazen de Ö.U.’nun ifadesiyle “ailenin idare edilmesi gereken yaşlı bireyi” gibi görüyorlar. Mavi Türkler onlar için Türkiye’den göçmelerine neden olan her şeyi temsil ediyor gibi.

Yüz yüze görüşülen katılımcıların hemen hepsi yurt dışına göçtüklerinde Türkiye’deki kariyer rütbelerine nazaran bir düşüş yaşamışlar. Aralarında ilk etapta Türkiye’de kazandığından daha az kazanan bile var. Fakat bunu normal ve “huzurla yaşamak için” yapmak zorunda kaldıkları bir fedakarlık olarak görüyorlar. Türkiye’de ise yaptıkları fedakarlık karşılığında bir şey elde edebileceklerine dair inançları kalmamış. B.D., zihnindeki “Eski Türkiye’yi” anlatırken buna işaret ediyor: “Arkasında güçlü aile olmayan ve orta sınıf olmak isteyen birilerinin artık bir yere gelmesi imkansız - eskiden üniversiteye giden iyi bir hayat kurabiliyordu.”

Ve Şu Öksüz Türklüğümüz

Yeni nesil göçmenlerin yaşadıkları sorunların en başında, beklendiği üzere sosyal çevre eksikliği geliyor. Dil öğrenme konusunda yaşanan zorlukların yanı sıra, anadilinde rahatça kurulabilen sosyal iletişimin sonradan öğrenilen dillerde rahatça kurulamaması, bu sosyal izolasyonda önemli bir faktör gibi gözüküyor. A.Ö. bunu, ‘kendi dilinizden kendi kültürünüzden ve burada asimile olmamış birileriyle konuşup dertleşmek istiyorsunuz’ diye ifade ediyor.

Yüz yüze görüşülen katılımcıların hemen hepsi, yurt dışında yaşamaya başladıktan sonra Türk dizileri ve müziklerine ilgilerinin arttığını belirtti. Birçoğu Türkiye’de iken Türk dizilerini izlemez ve müziklerini genellikle dinlemezken, bu içeriğe özlemleri artmış.

Türkiye’den memnun olmamalarını siyasete, ekonomiye bağlayanlar kadar kültüre bağlayanlar da var. E.O.Ş. ve O.P. en net bir şekilde bunu dile getirenlerden. Bütün diğer parametrelerin kötüye gidişini, Türk kültüründeki birtakım marazlara bağlıyorlar. Fakat buna rağmen Türk kültürüne ve özellikle diline özlemlerini dile getiriyorlar. Biraz cüretkar ve spekülatif bir şekilde yorumlayacak olursak, dönüşen ve Batılılaşan Türklerin kültürünü ve dilini özlüyor, fakat evde zor tutulan yüzde ellinin kültüründen nefret ediyorlar.

Bir başka ilginç sonuç da, göç ettikten sonra Türk toplumuna ve mevcut toplumsal yaşam koşullarına duyulan öfke, yahut üzüntünün artması. G.Ç. ‘Agresif, sabırsız ve biraz da tahammülsüz, ve fazlasıyla alaycı’ olduğumuzu fark ettiğini söylüyor. Bu öfke yahut üzüntü hissinin artması ise, daha iyisinin olabileceğine şahit olmaktan geliyor gibi görünüyor. Göç edilen ülkenin kültürüne dair keşifler de var. Birçok katılımcı, göç edilen ülkedeki kültürün hayal ettiğinden farklı olduğunu gördüğünü söylüyor. Liberal, özgürlükçü yahut kozmopolit imajın arkasında zaman zaman sert, kuralcı ve üstünlükçü bir yönelimin yattığını söylüyorlar. Bunu bu ülkelerin başarısının sırrı olarak gören ve bu yüzden daha otoriter yahut müdahaleci görüşleri benimsediğini söyleyenler de var.

Katılımcıların yurt dışına göçü, Türk kimliğine verdikleri önemi biraz artırmış. Bunun yanında siyasi görüşlere de etkileri olmuş. Birçoğu daha liberal düşünmeye başladığını söylerken, aynı anda ekliyor: Bir tık daha milliyetçi oldum.

Katılımcıların hemen hepsi, Türkiye’yle hala çok ciddi bir duygusal bağları olduğunu söylese de, aralarında geri dönmeyi düşünmediğini söyleyenler de mevcut. Ancak, yine tekrarlanan bir tema olarak Mayıs 2023 seçimlerinden sonra Türkiye’yle olan bağlarını koruma ve sürdürme hususunda gösterilen bir yılgınlık da görülebiliyor. Siyaseten aktivizmin düştüğü, siyasi görüşler keskinleşse de “bir şey yapma arzusu”nun ortadan kalktığı maalesef gözlemlenen bir husus.

Yine de, katılımcıların yarıdan çoğu bir gün Türkiye’ye dönmek ve Türkiye’de yaşamaya devam etmek isteklerini belirtiyorlar. Ancak bu planlar için hemen herkesin bir takım ön koşulları var. C.H. örneğin, çocukları kendi hayatını kurduktan sonra dönmeyi düşündüğünü söylüyor. Ya da ekonomik bağımsızlığını kazanmak ve kendini güvenceye almak yine yaygın bir ‘geri dönüş şartı’ olarak karşımıza çıkıyor. 2021’le karşılaştırınca, geri dönüş için kurulan cümleler, verilen hedefler çok daha müphem. Dönmek bir özlem olarak içlerinde, fakat bir plan olarak gündemlerinde değil.

Göçenlerin hemen hemen hiçbiri, yurtdışındaki yerleşik Türk topluluğuyla düzenli bir iletişim içerisinde değil. İletişimleri çoğunlukla, çeşitli kapalı arkadaş grupları ile sınırlı kalıyor. Burada yine birkaç kez belirtilen acı bir husus, B.T.’nin cümleleriyle Türk topluluğu ile iletişimin birincil yolunun -özellikle Kıta Avrupası için- bir cemaate üyelik olması. Bu cemaatler üzerinden yürütülen organizasyon şekli, görünen o ki, geniş çaplı ve etkin bir diyaspora kurulmasının önünde dev bir engel. 44 katılımcıdan hiçbiri, anketin yapıldığı tarih itibarıyla herhangi bir Türk derneği ya da organizasyonunda aktif değil.

Kaldı ki, yeni nesil göçmenlerin hemen hiçbirisi kendisini halihazırda Avrupa’da yaşayan işçi kolonisiyle ayni milletten/kültürden görmüyor. Hatta bu koloniden doğan negatif önyargıların kendileri için ciddi zorluk çıkardığını düşünenlerin sayısı, yukarıda değinildği gibi hayli fazla. Katılımcıların çoğu bu kitlenin, Türkiye’de kaçtıkları kuralsızlık ve saygısızlık kültürünü, yaşadıkları ülkede devam ettirmesinden şikayetçi. S.T. bunu, "80'lerde göç eden Gaziantepli bir adam hala 80’lerde yaşayan Gaziantepli nasılsa öyle" diye ifade ediyor. Ancak, S.K. da başka bir konuya dikkat çekiyor: ‘Yaşadığım ülkedeki Türk topluluğu nispeten son yıllarda oluşmaya başladığı için güncel Türk kültürünü daha tutarlı temsil ettiğini düşünüyorum.’

Fakat katılımcılar yine de tamamen umutsuz değil. Zira, bu yeni koloninin mensupları ekseriyetle yüksek eğitimli, ve Türkiye’de de halihazırda ortalama-üstü bir hayat yaşıyorken, daha iyisini arayarak göç etmiş bir kitle. Politik okuryazarlığı ve kültürel duyarlılığı da yüksek olan bu kitlenin, Türkiye’yle bağları hala bir hayli kuvvetli. Burada birikmiş bir potansiyel enerjinin, Türkiye’yi ve Türk’leri daha iyisini aramaya iten ateşi yakacak kıvılcımı taşıyor olma ihtimali fazlasıyla mevcut. Zamanla bu bağlar çözülmeden, kitleyi harekete geçirecek bir organizasyona duyulan ihtiyaç kaçınılmaz.

Sonuç

Yurt dışına göçen Türklerin, “burada neden mutsuzdunuz, orada neden mutlusunuz?” sorusuna verdikleri cevapların özeti, “burada kural var.” cümlesi. Kuralsızlıktan, öngörülemezlikten, bunun yarattığı yolsuzluk ve haksız rekabetten bunalmışlar. Fakat aynı zamanda kimliklerini seviyorlar, büyük bir kısmı daha kozmopolit, “dünya vatandaşı” gibi bir tanımlama yerine, daha “Türk” bir öz tanımlamaya geçtiklerini söylüyorlar. Üstelik bunların ciddi bir kısmı Türkiye’de iken milliyetçilik karşıtı imiş.

O.P., yeni Türk kolonisinin bilinçaltını dışa vuruyor: “Beni bekleyen bir Türkiye yok.” Eğitimli, nitelikli, talepkâr ve ahlaklı Türklere hitap etmeyen mevcut rejim, onlara gelin mesajı vermeyi bırak, buradakilere gidin mesajı vermeye devam ediyor. Bu kadar sevdikleri ülkeleri için artık siyaseten bir şey yapılabileceğine inanç hemen hemen kalmamış halde. Fakat yardım yapacağı zaman Türkiye’deki STK’ları seçenler, politik aktivizmi bıraksa da deprem vb. felaketlerde Türkiye’ye kulak kabartanlar, ilerleyen yıllar için umut vaat ediyorlar. Ö.A., katılımcıların ortak görüşünü özetliyor, “şartlar düzelirse dönmek tabii ki isterim.” Fakat bu şartların nasıl düzeleceğini bilmiyorlar ve bunun bir parçası olma talepleri yok olmuş. Kısa ömürlerinde huzurla yaşama hakları olduğuna inanıyorlar ve mücadele süreçlerinin sonuç alamadığını gördükçe aktivizmlerini yitirmişler.

Yeni Koloninin en olumlu tarafı, yurt dışındaki Türk imajına yaptıkları katkı. Mavi Türklerin yaşadığı ülkelerde “başka Türklerin de var olduğu”nu ispatlarken, mevcut Türk nüfusunun az olduğu ülkelerde epey “elit ve nitelikli” bir Türk imajı çiziyorlar. Kendileriyle tanışanların Türk kültürüne, tarihine ilgisinin arttığını belirtiyorlar. Kendiliğinden gelişen bu süreç, FETÖ ve PKK gibi yapılarla mücadelede kamu diplomasisinin araçlarından biri olacaktır. Yurt dışında yaşayan Beyaz Türkler, huzurlu ve kurallı bir ülkede yaşamak arzularını -hala- Türkiye’den nefret etmeden dile getiriyorlar. Soğudukları şey rejim ve bu rejimi mümkün kılan “yerli ve milli Türkler.” Türkiye’yi dönüştürmek isteyecek özgürlükçü, modern ve seküler milliyetçiliğin en önemli ve etkili destekçisi olmaya namzetler. Vatan onlar için bozuk kültürlü Türkler eliyle gurbetlenince, gurbeti vatan kılmışlar. Sayıları git gide artarken, sosyal ihtiyaçları da artıyor. Bu ihtiyaçlara hitap etmek, Milliyetçi Kongre’nin öncelikleri arasında yer almalıdır.

Ehl-i dil ârâm eder her kanda kim rağbetlenir
Kâh olur gurbet vatan Kâhî vatan gurbetlenir."
Milliyetçi Kongre Derneği adına hazırlayanlar;

Ömer Faruk Engin

M. Bahadırhan Dinçaslan

Temiz Türklerin Siyaseti

Tarih: 07.11.2023

Temiz Türklerin Siyaseti

“Soruyorlar, ozanlar da siyasete karışır mı? Elbette karışır. Siyaset, hamurdan demire kadar her şeyin içinde vardır.” Aşık Reyhani, Demirel – Ecevit çekişmesini eleştirdiği “Ne Keloğlan Ne Karaoğlan” hicvine başlamadan önce böyle bir anons yapıyordu. Evet, siyaset hamurdan demire kadar her şeyin içinde vardır. Siyaset-dışı kalmak fikri bir dönem Türk milliyetçileri arasında itibar görmüşse de, fiili tecrübeler çok geçmeden bunun anlamsız olduğunu gösterdi. Okul müfredatından vergi politikasına, dış ilişkilerden ihaleler yoluyla kimin zengin edileceğine birçok hususta karar veren siyaset kurumundan uzak kalarak herhangi bir siyasi ideoloji taşınamaz. Siyaseti etkilemek maksadıyla “siyaset-üstü” ikonlar yaratmaya çalışmak, mesela, siyaset dışı olmak değil, mevcut siyasi vasıtaların (parti vb.) yetersiz/elverişsiz/sorunlu olduğunu düşünüp, başka yollarla siyaset yapma arayışıdır.

Hamurdan demire kadar her şeyin içinde var olmanın yanında, siyaset her şeyin tanımını da yapıyor. Bugün mesela Batı üniversitelerinde, kamusal alanında ve hatta meclislerinde kimin erkek, kimin kadın olduğuna dahi siyaset karar veriyor. Yahut ülkemizde gösteri hakkını kullanan herkes terörist olabilirken, önceki eylemlerinin yanında festival baskınıyla yüzlerce insanı vahşice katleden sürüler mücahit adlandırılabiliyor. Türklük bile siyasetten bağımsız değil; ayırt etmek için Göktürkler dediğimiz imparatorluğun siyasi bir isim ve kendindenleştirme aracı olarak kullandığı Türk markası, ülkeyi yöneten siyasi iradenin isteği doğrultusunda kah Batı’da, kah Doğu’da konumlanabiliyor.

Şu halde siyasetten uzak kalmak anlamsızdır – en başta iddiamızı anlamsızlaştırır. Fakat mevcut vasıtalar, evet, elverişsiz ve sorunludur. Türkiye’de bir kesim var ki, hangi partiye oy verirse versin memnun değil, oy verdiği partinin aktörleri ne yaparsa yapsınlar seçmenlerinin hepsini yahut en azından ekseriyetini memnun edemiyorlar. Bunun nedenlerini uzun uzadıya irdelemek mümkün ve hem bizim elimizle, hem başka kalemler ve zihinler eliyle uzun uzun tahlil edildi. Fakat nedeninden bağımsız olarak vakıa budur, bu halden bir çıkış aramak da “işlemeyiş”i aşabilmek için yegane yoldur. Temsilsiz kaldığını iddia ettiğimiz kesimin temsil kazanması siyaseti etkileyecektir. Biz bu kesime, Temiz Türkler diyoruz.

Kimdir Bu Temiz Türkler?

Temiz Türklerin kim olduğunu tespit eden bir araştırma yok. Anket şirketlerinin, pazar araştırması yapan kurumların ve akademinin böyle bir tasnifi de yok. Fakat Milliyetçi Kongre kurucularının ittifak ve 14 Ekim’de yapılan büyük kongrede, bu kesimin farklı illerden ve hikayelerden gelen bir delege heyeti olan 600 katılımcının teyit ettiği gibi, ortada böyle bir fenomen vardır.

Temiz Türklerin siyasetten öncelikli beklentileri ideolojik, kurumsal ve hukukidir. Siyasi tercihlerini bireysel çıkarları değil, ortak ve uzun vadeli çıkarları belirliyor. Bir bakıma, Türkiye’de “hazzı erteleme”yi öğrenmiş çocukların yetişkin olmuş hallerine Temiz Türkler diyoruz. İktidarlar, mesela, hele bir defa popülist gelenek oturduysa, anti-popülist hamleler yapamazlar. Seçmen tepkisinden korkarlar. Temiz Türkler, işte, böyle anlarda tepki vermeyecek kitledir. Hamlenin mahiyeti ve işlevleri ortak ve uzun vadeli çıkarları koruyorsa, bunu anlayarak gerekirse destek verecek toplum kesimidir.

Temiz Türkler, 1924 anayasasında eş anlamlı olarak ("...Şahsi masuniyet, vicdan, tefekkür, kelâm, neşir, seyahat, akit, sâyü amel, temellük ve tasarruf, içtima, cemiyet, şirket, hak ve hürriyetleri Türklerin tabii hukukundandır.") kullanılan Türk ve vatandaş kimliğinden başka kimlik taşımazlar. Hemşeri, cemaat-taş, etnik-taş işbirliklerine girmezler; yalnız bilinçli bir tercihten ötürü değil, müktesebatları onların davranışlarını bu şekilde belirlediği için. Bu bakımdan okült siyasetten uzaktırlar. Kalabalık olsalar da, bu tür “siyaset-dışı” bağlar ile birbirlerine bağlı olmadıklarından partiler tarafından ikinci plana atılırlar. Ağaları da, marabaları da yoktur – kanaat önderleri olsa da, bu önderleri fikri uyumları nedeniyle takip ettiklerinden, bunlar eliyle manipüle edilmeleri söz gelimi bir cemaatin mensupları yahut ruhban sınıfı olan bir mezhebin takipçilerine nazaran daha zordur.

Fakat üzülerek söylemeliyiz ki, duygusal manipülasyona açıktırlar. Kalabalık olmalarına rağmen tekil kalmışlıkları onlarda yalnızlık hissi tetikler ve hep “en yakın”a eklemlenmek zorunda kalırlar. Hayal kırıklıkları ve tatminsizlikleri, onları ya radikalleşerek deşarj olmaya ya da kaygı, talep ve prensiplerinden birini seçerek “en azından onu” koruyacak bir yapı içinde erimeye iter.

Güdülenme usulleri proaktiftir, emir aldıkları için değil, öyle olduğuna inandıkları için seçim zamanlarında, felaket anlarında birbirine değen küçük networklar olarak örgütlenir, kolayca sandık görevlisi, yardım gönüllüsü vb. olurlar. Ancak bu networklar kalıcı kurumlar değil, organik iradeyle bir araya gelmiş geçici cemaatlerdir.

Ekseriyetle iyi eğitimlidirler, dozunda bir şüphecilikle rasyonel düşünce tarzını benimsemiş insanlardır. Onlarla sohbet etmek kolaydır; tabular, dogmalarla saldırmazlar – anlaşamasalar bile tartışabilirler. Siyasi ikonları yahut liderlerini korumak için iftiraya başvuramazlar mesela, hiçbir aidiyetleri ahlaki değerlerinden daha güçlü, onları rafa kaldıracak kadar etkili değildir. Trollük yapamazlar, kalabalık içinde anonim bir “robot” gibi hareket edemezler. Siyasetin mevcut yapısı yüzünden bu özellikleri temsillerini sınırlayan nedenlerden biridir. Siyasetle ilişkileri genelde “verici” usuldedir; hemen hiçbir şey almadan savundukları kuruma paralarını, emeklerini, zamanlarını verirler ve çoğu zaman iyi bir iş yapmış olmanın verdiği hisle iktifa edip ön plana çıkmak, hak iddia etmek istemezler. “Aklına getirmez zafer payını / Memleket yolunda kurban olurlar” diye tarif edilen yoksul fakat kahraman neslin manevi mirasçılarıdırlar. Davranışları bu bakımdan epey aristokrattır. Maddi güçlerinin makulü aşan bir oranını gerekli gördükleri anlarda doğru bildikleri uğrunda harcarlar.

Sekülerleri Milliyetçileştirmek

Yukarıda özellikleri sayılan Temiz Türkler, ortak bir ideolojik reçete etrafında buluşmadıkları için, bahsedildiği üzere talep, kaygı ve prensiplerinden birini seçmek zorunda kalıyorlar. Bu ekseriyetle sekülarizm hassasiyeti oluyor. Birçok politikasına ilkesel olarak karşı olsalar da, ekseriyetle CHP’ye oy vermeleri de bu yüzdendir. Şehirlileşmenin bir sonucu olarak ortaya çıkan bir başka kesimse, bu hassasiyeti nedeniyle geleneksel MHP’den kopup, İYİ Parti’nin kurucu tabanı olmuştu. Fakat bu kesim de aynı CHP seçmeni Temiz Türkler gibi, siyasi temsilde samimiyetsizlik ve siyasi programda uyumsuzluk nedeniyle talep, kaygı ve prensiplerinin bir kısmını rafa kaldırmış, bu yüzden “bilişsel çelişki” yaşıyor haldedir.

Teorik altyapısı Seküler Milliyetçilik – 21. Yüzyılda Türk Milliyetçiliğinin Teorisi eserimizde açıklandığı üzere, kalkınma hamlesi sürmekte olan, kimlik buhranları yaşayan, kurucu devrime karşı reaksiyoner hareketlerin dini ve etnik mevzilerde tutunduğu bir ülkede milliyetçilik, devrimi tamamlayacak olan yegane reçetedir. Bu milliyetçilik rasyonel, dolayısıyla seküler, ayrıca “faydacı” olmak zorundadır. Yaşamış ve ölmüş Türklerle değil, yaşayan ve yaşayacak olan Türklerle ilgilenmelidir. Türklerin bireysel ihtiyaçlarının temin ediliyor olup olmadığı ve bunu temin etmenin yolları, bu milliyetçiliğin meselesidir.

Müstakil bir paragraf açarsak, hemen bütün ideolojiler muhataplarına güzel bir gelecek vaat eder. İnsanların çoğunun “ne istiyorsun?” sorusuna vereceği cevaplar da benzerdir, hatta aynıdır. Asıl mesele, bunun nasıl elde edileceği, inşa edileceğidir. Söz gelimi, “eşitlik istemek” tek başına bir anlam ifade etmez, hatta değerli de değildir. Esas olan, insanlar arasındaki eşitliği doğru tanımlayacak ve bunu temin edecek ideolojik bakış ve doktrindir. “Müreffeh bir ülke” talep edenlere bunu vaat etmek kolaydır. Müreffeh bir ülke, fakat, beylik laflarla, popülist argüman ve hamlelerle; en önemlisi de siyasi makam kontenjanlarından birine girebilmek için kariyeri boyunca biat etmiş ve sorumluluk yaratacak, sıranın dışına çıkartacak tek bir laf etmemeyi maharet saymış donuk zihinli insanların teşkil ettiği kadrolarla inşa edilemez. “Ortam da bir mesajdır”, bir kadronun örgütlenme, işleme ve kendi içinde iletişim kurma biçimi, o ortamda doğacak fikirlerin ve politikaların mahiyetini belirler.

Hal böyleyken, Temiz Türklerin milliyetçiliğe ve etno-sembollere duymaya başladığı ilgi tesadüf değil. Bu ilginin daha oturaklı ve aktif bir faza geçmesi, sekülerlerin milliyetçileşmesi sürecini tamamlayacaktır. Bu, Türk milliyetçiliğine de bir süredir dışlandığı sosyo-ekonomik segmentlerden beşeri sermaye olarak beslenme ve bu sayede yenilenme, niteliklenme fırsatı sağlayacaktır. Milliyetçi Kongre’nin öncelikli hedefi, Temiz Türkler olarak kodlanan bu kesimin milliyetçi olmasını sağlamak, milliyetçiliğin yarattığı ortaklık sayesinde, siyasi temsillerini artırmaktır.

Toplumu Sekülerleştirmek

Cumhuriyetin arzu ettiği “yeni sosyete” ve dolayısıyla Yeni Türk, uzun yıllar süren çalışmalar sonunda inşa edilse de, nüfusun tamamına yayılmakta başarısız olmuştur. Bunun nedenleri haliyle uzun bir çalışmanın müstakil konusu, fakat söyleyebiliriz ki yeni sisteme karşı koyanların dinin sürükleyiciliğini kullanması kadar, etnik mevzilere sığınması da Türkleşmek-Medenileşmek-Vatandaşlaşmak sürecinin belli bölgelerde akim kalmasına neden olmuştur.

Köylü, kendisini dinle ifade eder. Din, köylü için bir referans düzlemidir, günlük hayatın bağlamıdır. Dinci akımlar içinse din çoğu zaman ulusötesi networkların kurulabilmesi için araçtan ötesi değildir. Demokratik rejimlerde köylünün siyasete katılmasının sonucu, hiç de mutaassıp bir hayat yaşamayan siyasilerin onların oyunu almak için dini dile başvurması oldu. Bu tarzın normalleşmesi, bu defa beynelmilel dinciliğin önünü açtı, onların meşrulaşmasını sağladı. Köyden kente göç ise, yeni ortamda hayatta kalmayı bilmeyen köylünün hayatta kalmasını kolaylaştıracak bir yapıya eklemlenme isteğini tetikleyerek cemaat ve tarikat yapılarına güç kazandırdı. Türk toplumu bu bakımdan git gide İslamcılaştı; daha önceki yıllarda gayet Müslüman olan köylerde asla görülmemiş yobazlık sahnelerinin şehirlerde karşımıza çıkmasının nedeni budur. Erotizmiyle meşhur Karadeniz bölgesinin köylerinden gelen siyasilerin içinde flört geçen türkülerden “bizim kültürümüzde yok” diye rahatsız olması yahut Bayburt’un bir fotoğrafı içki şişesine basılınca “Bayburtlu Zihni’nin diyarı bu alçaklığı hak etmiyor” diye tepkiler gelmesi bu bakımdan ilginç örnekler. Bayburtlu Zihni sakilerin meclisten çekilmesinden şikayet ediyordu, Bayburt’un yeni temsilcileriyse içki şişesi görünce irkiliyorlar. İslamcı ideoloji ve söylem, İslam’ı da aşan bir şeydir – örneklerde görüldüğü üzere kişiler ve toplumların kendi tarihlerine dair hafızasını bile siler ve kendi illüzyonlarını yerleştirir.

Dinin dinciliğin enstrümanı haline geldiği ve şehre göçmüş yığınların kendi faydalarına olan medeni kazanımlara kısa vadeli hayal kırıklıkları nedeniyle direnç gösterirken kimlik haline getirdiği ülkemizde, bu kalabalığın sekülerleştirilmesi projesi hayatidir. Bu kalabalığın kodlarına uygun bir iletişim kampanyası, cumhuriyetle ortaya konulan projenin uzun vadede herkesin faydasına olduğunu kitlelerin anlamasını sağlayacaktır. Prensip ve dilden verilen ödünler bu kalabalığı ikna etmediği gibi pekiştirmekte ve sayısının artmasına neden olmaktadır. Yapılması gereken ödün vermek değil, doğru dille anlatmaktır.

Ahmet Yesevi’nin İslam’ın Türkistan’da yayılması döneminde şamanistik usullere benzer usullerle yürüttüğü “kampanya”nın etkili olması, günümüz için de dersler barındırıyor. Arap ve Farslarla temasa giren Türklerin Müslüman oluşunun akabinde, çok uzaktaki Türk bölgelerinin de Müslüman olması, aynı şekilde dikkate değerdir. Milli kimlik ve bileşeni olan etno-semboller, dinlerin ve fikirlerin yayılmasına vasıtalık ederler. Bu bakımdan Türk milliyetçisi kimliği ile konuşan bir heyet ve kurumun bu kalabalıklar nezdinde etkili olma ihtimali, diğerlerine nazaran kat kat yüksektir. Milliyetçi Kongre, seküler, rasyonel, medeni değer ve fikirlerin, İslamcılar eliyle gettolara hapsedilen Türklere anlatılması ve benimsetilmesi için hayati bir rol oynayacaktır.

Nasıl Yapacağız?

Türk milliyetçiliği hem değinilen teorik sebeplerle, hem de Türkiye’deki serüveninden ötürü etkili ve sürükleyicidir. Bu yüzden milliyetçi olmayanlar tarafından dahi sahiplenilmekte ve kullanılmaktadır.

İdeolojik tanımlar ve bu ideoloji doğrultusundaki eylemlere göre değil, ikonlar ve markalar üzerinden tanımlama ve değerleme alışkanlığı, Türk milliyetçiliğinin umumi temsilini basit bir futbol taraftarlığı mertebesine indirgemiştir. Üstelik bu durum, isteyen herkesin milliyetçi maske takınabilmesini ve bu iddiasını popülist söylemlerle sözde ispat edebilmesine neden olmuştur.

İlk atılması gereken adım, milliyetçiliği teorik zeminde ele alan ve bu teoriye sadakati bütün biçimsel özelliklerden önce tutan bir yapı tesisidir. Milliyetçi Kongre, bu adımı attı. El işareti, sakal, bıyık, giyim, konuşma tarzı, arkadaş çevresi gibi ilgisiz özellikleri milliyetçi tanımı ve kimliğinin dışına çıkarma hamlesi olarak kongre kuruldu ve “kongre tipi yapılanma”yı esas prensibi olarak belirledi. Bu bakımdan Milliyetçi Kongre, her şeyden evvel Türk Milliyetçiliğinin ideolojik esaslarını tespit eder, yenilenmesi-eklenmesi-çıkarılması gereken bir husus varsa bunu gerçekleştirir, bunu yaparken mensuplarının demokratik katılımını sağlar.

Fakat esas kadar usul de önemlidir. Milliyetçi Kongre, şimdiye kadar yapılmayanları yaparak, yukarıda zikredilen iki misyonunu (Sekülerleri milliyetçileştirmek ve toplumu sekülerleştirmek) cazip bir odak haline gelmek suretiyle gerçekleştirecektir. İnsana dair her şey, milliyetçiliğin meselesidir. Meslek gruplarının problemlerinden yükselen gençlik akımlarının fayda ve zararlarına, kadın düşmanlığının yayılmasından kaçak göçmenlerin yarattıkları sorunlara, demokratik kültürün baltalanmasından ifade özgürlüğüne her alanda söz söylemek ve faaliyet göstermek lazımdır.

Henüz ilk yılında olan ve daha önce birlikte çalışma pratiği olmayan yüzlerce insanı bir araya getiren Kongre’nin bütün hedeflerini bir anda başarması beklenemez. Ancak ilk yılda kendisini yalnız hisseden ve kendi gibi düşünenlere ulaşamadığı için suskunluk sarmalına gömülen kalabalıklara ulaşmak hedefimiz olmalıdır. Yapılacak bütün eylemlerin taktik önceliği, yeni kitlelere kendimizi tanıtmak ve onların da Kongre mensubiyetini temin ederek meşruiyetimizi pekiştirmektir.

Kurulduğu andan itibaren mevcut iktidarın totaliter uygulamalarına direnen birçok Türk milliyetçisine sahip çıktık. Bunu daha sistematik hale getirmek ve Kongre mensubu avukatların maddi olarak zayıf bırakılmış, dezavantajlı hale gelmiş bütün Türklere elini uzattığı bir ağ kurmak yine taktik hedeflerimiz arasındadır. Teşkil edilen ilk meslek komisyonumuz olan Hukuk Komisyonu halihazırda birçok çalışma tamamlamış, etkinliğine devam etmektedir.

Yabancı dilde Türk tezlerini savunan, Türk kültürünü tanıtan ve özellikle yurt dışına göçen Temiz Türklere, çevrelerinde Türkiye’ye dair oluşan soruları kolaylıkla ve içerikten “tam memnun” olarak cevaplama imkanı sunan bir yayın hayati önemi haizdir. Milliyetçi Kongre’nin kuruluşuna öncülük eden TamgaTürk, çok yakında İngilizce deneme yayınına başlayarak bu alanda da öncülük edecek ve Kongre’nin tezlerini uluslararası platforma taşıyacaktır.

Planlanan ilk etkinliklerden biri olarak Mizah Çalıştayı bahar aylarında İstanbul’da yapılacaktır. Birçok komedyen, gazeteci ve akademisyenle halihazırda temasa geçilmiş, etkinliğin temeli hazırlanmıştır. Uygun bir formatla, baskı altındaki bir toplumun siyasi mizaha yöneliş hikayesini bütün muhataplarını bir araya getirerek inceleyecek ve entelektüel çevrelerin gözünden kaçtığını düşündüğümüz bu fenomenle ilgili ilk ciddi çalışmayı biz gerçekleştirmiş olacağız.

Ocak ayında Milliyetçi Kongre bursu ilan edilecek ve ilk etapta üstün başarı göstermiş 5 öğrenciye burs vereceğiz. Bu öğrencilere aynı zamanda farklı meslek kollarındaki üyelerimiz eliyle rehberlik edecek, insan vakarını sürekli törpüleyen mevcut ekonomik ve siyasi ortamda boynunu eğmeden, vakarını kaybetmeden, iradesini kiralamadan büyüyen yetişkinler olmalarını sağlayacağız.

Siyasi partileri yakından takip ederek milliyetçilik anlayışımızla uyumlu işlerini parti ve aktör ayırt etmeden alkışlayacak, ters düşen işlerini ise eleştireceğiz. Ortalama Türk’ün yaşam kalitesini, ifade, hareket, yaşam tarzı hürriyetini milliyetçiliğin esas meselelerinden olarak gördüğümüz için, bu takip işlevimiz alışıldık milliyetçi STK’lardan ayrışacak. Sağduyuya hitap eden çıkışlarımız, kendisini milliyetçi tanımlamasa bile aynı hisleri paylaşan Türklerin milliyetçilik fikrine de ısınmasını sağlayacak.

Birinci yılımızın sonunda yeterli tecrübe elde ettiğimize kanaat getirirsek, Esir Türk Yurtları’ndan soydaşlarımıza rehberlik etmeye, hukuki destek başta olmak üzere davalarının insan hakları, demokrasi, hukuk, sekülarizm gibi evrensel değerlere uygun seyretmesi için yardım etmeye başlayacağız.

Shelley’den çeviriyle,

"Ekersin hasadı başkası yapar
Kazanırsın zengin etmeye eli
Dikersin abanı elinden kapar
Dövdüğün kılıçla donanır beli
Yine ek, tek zalim hasat etmesin
Kazan da sahtekar çıkmasın ortak
Yine dik abanı ele gitmesin
Kılıç tavla fakat belinde bırak."

Hülasa, Temiz Türklerin emeklerinin karşılığını aldıkları, insanın insana kulluk etmediği, kamusal alandaki her aktörün hem haklarını hem de haddini bildiği bir Türkiye inşası için çalışacağız. Gelecek yılki kongreye dek mensuplarımızın birbirini tanımalarını temin edecek ve yönetimimle birlikte genel kurul öncesi istifa edeceğim – bu sayede aramızdan bu işi en iyi yapabilecek arkadaşı seçip yeni başkanımız yapacağız.

Milliyetçi Kongre mensuplarına ve kamuoyuna saygılarımla arz ederim.

M. Bahadırhan Dinçaslan

Milliyetçi Kongre Derneği’nin Cumhuriyetimizin 100. Yılı İçin Hazırladığı Marş Yayımlandı

Tarih: 25.10.2023

Milliyetçi Kongre Derneği’nin Cumhuriyetimizin 100. Yılı İçin Hazırladığı Marş Yayımlandı

Milliyetçi Kongre Derneği, Türkiye Cumhuriyeti'nin 100. yılına hediye olarak "100. Yıl Cumhuriyet Marşı"nı yayımladı. Sözleri Milliyetçi Kongre Derneği Genel Başkanı Bahadırhan Dinçaslan'a ait olan marş 19.23'te Türk milleti ile paylaşıldı.

Milliyetçi Kongre Derneği, 14 Ekim'de Ankara'da Milliyetçi Kongre'yi toplamıştı.

Milliyetçi Kongre Sonuç Bildirisi

İLGİLİ HABER

Milliyetçi Kongre Sonuç Bildirisi

100. Yıl Cumhuriyet Marşı Sözleri

Tanrının bir asırdır söyünmeyen ateşi
Bir sarı yağız hilal doğdu Tanrıdağı'ndan
Şavkı ısıtır Türk'ü kıskandırır güneşi

Bir damga vurduk asra kalacak ilelebet
Milletinin şanında çok yaşa Cumhuriyet!

Bir kıyama çağırdı, dedemin kemikleri
Kıpırdadı yaylanın başındaki mezarda
Akdeniz'i gösterip buyurunca ileri
Turkuvaza boyandı döktüğüm kanla ferda

Yedi rengin kızılı oldu tacına ziynet
Ak alnın dik başınla çok yaşa Cumhuriyet!

Mülkü onun uğrunda candan geçene verdi
Kudret eliyle alıp Atatürk'ün pazusu
Bin yılın göz yaşından ıssız bozkır yeşerdi
Taze bahara doydu Türk'ün körpe kuzusu

Bir daha ağlamak yok uzak senden kasavet
Türkane neşemizle çok yaşa Cumhuriyet!

Yeni baştan dünyalar yaratılırsa bir gün
Baş köşede Türkiye alır yine yerini
Şiarın bu Türkoğlu: Çalış, güven ve öğün
Torununa miras ver Ata'nın eserini

Yeni asrın ufkunda beş bin yıllık bir heybet
Asya'nın iftiharı - çok yaşa Cumhuriyet!''

Bahadırhan Dinçaslan

Milliyetçi Kongre Derneği Üyelerine Kapadokya Üniversitesi Yüksek Lisans Programlarında Yüzde 5 İndirim!

Tarih: 21.10.2023

Milliyetci Kongre Dernegi Uyelerine Kapadokya Universitesi Yuksek Lisans Programlarinda Yüzde 5 Indirim

Milliyetçi Kongre Derneği üyeleri, Kapadokya Üniversitesi Yüksek Lisans programlarında özel indirimden yararlanabilecek. Derneğimizin üyesi olmak veya bilgi almak için bize mesaj atabilirsiniz.

Milliyetçi Kongre Derneği Sonuç Bildirisi

Tarih: 21.10.2023

Milliyetçi Kongre Derneği Sonuç Bildirisi

Durup ahkam-ı nusret ittihad-ı kalb-i millette

Çıkar asar-ı rahmet ihtilaf-ı rey-i ümmetten

1 Eylül 2023 tarihinde tüzel kişiliğine kavuşan Milliyetçi Kongre Derneği, kurucu kadrosunun yaptığı davet akabinde Türk Dünyası’nın her yerinden Türk milliyetçileri, gözlemciler ve temsilcilerin iştirakiyle büyük kongresini 14 Ekim 2023’te topladı. 600 kişinin katılımıyla gerçekleşen organizasyon; iyi niyet, rasyonel düşünce ve milli terbiye esaslarında uzlaşan Türk milliyetçiliğinin her rengine katılım ve söz hakkı sağladı. Dernek yönetim kurulu olarak evvela katılımcılara ve özellikle kongremizin bir saat gibi kusursuz işlemesini sağlayan düzenleme heyetine teşekkür ediyoruz.

Katılımcıların konuşmaları ve kurucu kadronun vizyonunun bir bileşkesinden ibaret bu metin, Milliyetçi Kongre projemizin esasları ve amaçlarına dair rehberlik edecek, ilk büyük kongremiz akabinde izleyeceğimiz yolun rotasını belirleyecek bildirimizdir.

Neden varız?

Türk milliyetçiliğinin yalnız “ikon ticareti” yöntemiyle temsil edildiği zannı, siyasetin çirkin yüzünün Türk milliyetçiliği üzerindeki olumsuz tesirini artırıyor. Milliyetçilik sanki bir etnik kimlikmiş, bir tarikat yahut aşiret mensubiyetiymiş gibi “milliyetçi” figürlerin siyasette “milliyetçilerden oy almak” için takdim edilmesi ve bu gayrı-ideolojik tutumun milliyetçi kitlelerin haysiyetini zedelemesi en büyük meselelerimizden biridir. Türk milliyetçiliği, mensuplarını makam ve mansıba taşımak için kurulmuş bir paravan şirketin kisvesi değildir. Talepleri falanca şahsı bir yere taşımak, filanca şahsa kazanç sağlamak değildir. Türk milliyetçiliğinin ideolojik talepleri vardır ve bu talepler bir bütün halinde Türk Milleti’nin menfaatinin gözetilmesi prensibi esası üzerine bina edilmiştir. Söyleme ve en önemlisi eyleme aldırış etmeyen, hatta söylem ve eylemin ideolojiyle çeliştiği vakaları görmezden gelmeyi öneren bir anlayış bizim usulümüz ve geleneğimiz değildir. Türk milliyetçileri arasındaki dayanışma, kamu malından pay almak için bir araya gelmiş çetelerin suç ortaklığına benzetilemez. Türk milliyetçileri birbirlerini severler – bu sevgi gerekçesini kimlikten değil, ahlak ve felsefeden alır. Bizler birbirimize baktığımızda, vakarla bir diğeri için çabalayan, zamanından, malından, emeğinden, hatta bedeninden ve canından fedakarlık eden modern çağ şövalyeleri gördüğümüz için sevgiyle dolarız. En fakir ve biçare Türk’ü en saygın makama ve muameleye layık gören alicenaplığa saygı duyarız. İddiaları değil, sözü ve emeği ölçü kabul eder, söze ve emeğe hürmet ederiz.

Türk milliyetçileri böyleydi ve bu hal üzere yaşamaya, mücadele etmeye devam ediyorlar. Fakat “aktör”lükten ısrarla uzak tutulup bir faktör olarak siyasi hesaplarda inorganik ve edilgen bir parametreden ibaret duruma indirgenmemiz, bu saygın kitlenin olabilecek en olumsuz şekilde temsil edilmesine neden oluyor. Üstelik, cumhuriyetimizin en büyük emeli olan “şehirli Türk”ler yetiştirmek bir asır sonra mümkün olmuş ve Türkiye nihayet ciddi bir beşeri sermaye biriktirmişken Türklük ve Türkçülük kimliklerinin bu kadar zavallı temsil edilmesi, hem işgalcilere hem işgale uğramamıza zemin hazırlayan kokuşmuş zihniyetin iç mümessillerine karşı mücadele ederken toprağa düşmüş, ömrünü harcamış atalarımıza karşı büyük bir vefasızlık, derin bir ayıptır. Uzaktaki köylerin yoluna düşen öğretmenler, güç bela tedarik edilen ekipmanla sınır boyu gözleyen askerler, evlatlarını büyük şehre “okuyup büyük adam olmak” için yollayan anne babaların fedakarlıkları, tam da bugünler içindi. Bugünün nesillerini yaratmak içindi. Artık dünya müktesebatını edinmiş ve Türkiye’yi bu müktesebata en büyük katkıyı veren öncü bir ülke olmaya hazırlamak için kollarını sıvaması gereken nesiller varken, eski siyasetin yaşlı zihninin Türk milliyetçiliğine ket vurmasını kabul etmiyoruz. Bizler bu ülkenin okumuş çocuklarıyız ve milletimize borcumuz var. Borcumuz, bu milletin eğilen başını dikmek, feri sönen gözlerinde yeniden kıvılcımlar tutuşturmak ve Türk dendi mi dikilen başlar ve tebessüm eden çehreler yaratmaktır.

Bu itiraz bir reaksiyon değil, aksine aksiyonsuzluğu dayatan irticaya karşı çıkıştır. Türk milliyetçiliği zıddıyla tanımlanmaz yahut yalnız güvenlik söz konusu olduğunda akla gelmez. Türk milliyetçiliği cumhuriyeti inşa etmiştir, Türk milliyetçiliği modern bilimin Türkiye’ye gelmesini sağlamıştır, Türk milliyetçiliği coğrafyamızdaki en öncü, en yenilikçi, en yüksek seciyeli ve en kurmay bakışlı akımdır. Bir ülkede eğitimden sağlığa, vatandaş-toplum ilişkisinden milli güvenliğe bütün uygulamaları siyaset belirler. Siyasetten uzak kalmamız düşünülemez. Ancak siyaset bize yalnızca temsil temelli bir sınırlı varoluş öneriyorsa, bu yalnız fiziki uyaranlara karşı reaksiyon verebilen ilkel bir sinir sistemi seviyesine indirgenmemize neden olur. Bu gettolaşmayı reddediyor ve insana dair her şeyi Türk milliyetçiliğinin bir meselesi olarak gören anlayışımızın siyasette milliyetçi temsili üstlenmesi gerektiğini söylüyoruz.

Hamlemiz, “Temiz Türkler”in siyasette hem görünür, hem belirleyici olmasını sağlamak içindir. Siyasetten ihale, şöhret, kazanç beklemiyoruz. Siyasetin aktörü olup, çok çalışanın çok kazandığı, yeteneğin ve emeğin ödüllendirildiği, vatandaş kimliğinin yegane kutsal olduğu bir Türkiye yaratmak istiyoruz. Devletin üzerine vazife olmayan meselelere karışmadığı, fikrin dayatılan kutsalların muhasarasında küllenmediği, saygın bir vatandaş olarak bireyin refah ve mutluluğunun temini için seküler zemin ve rasyonel düşünceden başka metotlara itibar edilmeyen bir ülke düşlüyoruz.

Bu hamlenin gerçekleşmesi, bir fikir meselesi olduğu kadar bir yöntem meselesidir. Milliyetçi Kongre kurucuları olarak bizler, en doğru yöntemin kongre tipi teşkilatlanma olduğu ve Türk milliyetçiliğinin hem teorik, hem pratik hamlelerinin meşruiyetini, herkesin emeği ve katkısı nisbetince söz sahibi olduğu bu ortak zeminden devşirmesi gerektiği kanaatindeyiz.

Milliyetçi Kongre nedir?

Kongre tipi yapılanma vizyonumuz, derneğimizin adını Milliyetçi Kongre Derneği olarak belirlememizin gerekçesidir. Bu bağlamda Milliyetçi Kongre, bir dernek olarak evvela ilgili kanunların yükümlülüklerini yerine getirip esaslarına uyacaktır. Fakat bununla kalmayacak, kanun dairesinde belirlediği usullerle kongre tipi örgütlenmenin esaslarını uygulayacaktır.

Kongre, kanun ve tüzük uyarınca belirtilen dönemlerde yönetim ve benzeri organları belirlemek için genel kurulunu toplamanın yanında, her yıl Ekim ayında Büyük Kongre başlığında toplantı tertip edecek ve Türk milliyetçilerine çağrı yapacaktır. Bu büyük kongreler kongre yönetiminin geçen bir yıla dair hesap vermesiyle başlayacak, akabinde belirlenen tartışma konularında prensiplerin karara bağlanması ve katılımcıların önerilerinin tartışılmasıyla, takip eden yılın politikalarını belirleyecektir. Dernek genel kurulunun yanında, meslek grupları esaslı bir anlayışla komisyonlar kuracak, bu komisyonların delegelerinin dernek yönetiminde işlev üstlenmesini sağlayacaktır.

Büyük Kongre etkinliğinin yanında derneğimiz milletimizi ve milliyetçiliği ilgilendiren hususlarda çalıştaylar tertip edecek, kanun taslakları başta olmak üzere siyasi kurumlara ve kamuoyuna çözüm önerilerini sunacaktır. Hukuk komisyonumuz gerekli gördüğü davalarda müdahil olacak, güçler birliğinin yarattığı despotik manzarada Türk milliyetçilerine somut ve ehil bir destek sağlayacaktır.

Türk milliyetçiliğinin “sahipliği”ni Türk milliyetçilerinin kolektif şahsına iade etmek, milliyetçiliğimizin seküler, rasyonel ve demokratik mahiyete yeniden kavuşmasını sağlamak, hem milliyetçilik iddiasındaki hem diğer siyasi partiler ve devlet kurumları nezdinde Temiz Türklerin temsilciliğini üstlenmiş bir baskı grubu olmak amaçlarımız arasındadır. Rüştümüzü ispat ettikçe, Esir Türk Yurtları başta olmak üzere Türk Dünyası’nın kalanında da, vaktiyle Ceditçilerin, İttihatçıların, Kemalistlerin üstlendiği gibi tecrübe paylaşımı ve yoldaşlık işlevi üstlenmek hedefimizdir.

Milliyetçiliğe dair esaslarımız

Milliyetçi Kongre Derneği;

  • Seküler düşünce ve pratiği benimsemiş,
  • Bilimsel yöntem ve rasyonel düşünceye bağlı,
  • Demokrasi ve insan hakları esaslı,
  • Türk Dünyası’nın tamamına Türk olarak bakan,
  • Kimin Türk olduğuyla değil, Türk’ün refah ve menfaatiyle meşgul olan,
  • Amaçlar kadar, onlara ulaşmak için önerilen yöntemin belirleyiciliğini idrak etmiş,
  • Yönteminin odağına birey ve özgürlük kavramlarını almış,

Bir Türk milliyetçiliği yorumunu benimser.

Kısa Vadeli Plan

İlk Büyük Kongre ile birlikte ilk genel kurulunu toplayan ve organlarını oluşturan Milliyetçi Kongre Derneği’nin kısa vadeli planında ilk adım olan en geniş üye havzasını oluşturmaktır. Her biri kendisini mahkum edildiği tekillikte yalnız hisseden Temiz Türklerin yalnız olmadıklarını göstermek ve bir aradalığın gücünü fark ederek bu harekete üye olmasını sağlamak en acil hedefimizdir. Milliyetçi Kongre’ye giden yoldaki tecrübelerimiz bize, Türkiye’de bir kesimin sanki hikayeleri tek elden yazılmışçasına benzer süreçlerden geçtiğini, benzer hisler yaşadığını, benzer fikri dönüşümler geçirdiğini gösteriyor. Bu insanların ihtiyaç duyduğu en büyük motivasyon kaynağı, yalnız olmadığını hissetmektir.

Milliyetçi Kongre, 2023 yılı sonuna kadar üye kaydına öncelik vererek büyüme stratejisi izleyecek ve bu esnada öngördüğü komisyonları çalışır hale getirecektir. Türk milliyetçisi gazeteciler tutuklanır, protestocular saldırıya uğrar ve mağdur Türk milliyetçilerinin haklarının temini şöyle dursun, saldıranlar ödüllendirilirken kuruluş safhasında faaliyete geçen komisyonumuz hukuk komisyonu olmuştur. Meslek komisyonları başta olmak üzere kurulacak organlar özelleşme, uzmanlaşma ve uzmanlığın getirdiği “söz hakkını genel stratejiye dahil etme” mekanizmalarının temeli olacaktır.

2024 Büyük Kongre’sine giden süreçte teorik esasların belirlenmesi önceliklidir. Bu bakımdan dernek yönetimi en az üç çalıştay ve dijital forumlar düzenleyerek karşılaşılan meselelerde nasıl tavır takınılacağını prensipte belirleyen kaideleri tespit edecek ve kongrede onaya sunacaktır.

Dernek yönetimi, teşkilatlanma tamamlanıp 1000 üye hedefini gerçekleştirecek, 2024 yılında olağanüstü genel kurul çağrısı yapacak, istifa ederek yeni üyelerin seçeceği bir yönetim oluşmasına öncülük edecektir.

Yaklaşan yerel seçimler öncesinde Türk milliyetçiliğinin ideolojik talepleri tespit edilecek ve siyaset yapıcılarla paylaşılacaktır. Aynı zamanda yerel seçimlerde aday olan siyasilerin milliyetçiliğe dair tutum, iddia ve vaatleri izlenecek, raporlanacak ve Kongre’nin prensip ve amaçlarıyla ne kadar uyumlu olduğuna dair bir tutum belgesi yayımlanacaktır.

Cumhuriyetin 100. Yılında kutlamaların sönük geçmesi ve arzu edilen milli coşkuya merkezi-yerel idarelerin öncülük etmemesi nedeniyle duyulan büyük üzüntü, Milliyetçi Kongre’nin güncel meseleleri arasındadır. 100. Yılımızda cumhuriyeti kuran irade ve vizyonun şanına, cumhuriyet uğrunda yapılan fedakarlıkların yüceliğine ve Türk Milleti’nin bir bütün olarak şerefine uygun bir marş yazılıp bestelenmesi projemiz üzerinde halihazırda çalışılmaktadır. 29 Ekim 2023 tarihinden önce ilk faaliyetlerimizden biri olarak milletimizin beğenisine sunulacaktır.

Milliyetçi Kongre Derneği adına

M. Bahadırhan Dinçaslan

Genel Başkan

Beytepe Mah. 1790. Cad. Nu:61 Çankaya, Ankara

Milliyetçi Kongre Derneği
Iban: TR580001000798977650195001